“sen tutsan ellerimi, dokunsan tenime
senden bana kalan sevda kalır sana
bende büyüyüp sana uzanan
senden akıp bende yatağını bulan
öyle bi sevda kalır geriye
dudağımızdaki tebessüm kalır
nefesimizdeki huzur
hafızamızdaki bütün aynalarda ışıyan gözlerimiz kalır”
Bir bilinmezin peşinde Haden Öz. Bilineni bir zerresinden tutup bilinmez bir yola çıkıyor. O yolda bilinen, çeşitli formlara bürünüyor. Bazen aşk ateşinde, bazen bir fotoğrafta, bir meşe palamudunda, bir çınar ağacında, bazen bir şarkıda karşımıza çıkıyor. Yolu uzun ve derin. İçine sırlar yükleyip acının sınırlarında şiirler söylüyor. Onun şiirinde bir kuşun yakarışını, rüzgârın sesini, ağacın fısıldayışını, çocuk çığlığını, insanın göğsünü parçalayan haykırışı gördüğümüz gibi, doğanın fısıldayışlarını da yakalarız. Felsefi bir tat ve kavganın dahil olduğu şiirlerden ince ince yağmur damlaları düşüyor okurun dünyasına.
“sen tutsan ellerimi, dokunsan tenime
senden bana kalan sevda kalır sana
bende büyüyüp sana uzanan
senden akıp bende yatağını bulan
öyle bi sevda kalır geriye
dudağımızdaki tebessüm kalır
nefesimizdeki huzur
hafızamızdaki bütün aynalarda ışıyan gözlerimiz kalır”
Bir bilinmezin peşinde Haden Öz. Bilineni bir zerresinden tutup bilinmez bir yola çıkıyor. O yolda bilinen, çeşitli formlara bürünüyor. Bazen aşk ateşinde, bazen bir fotoğrafta, bir meşe palamudunda, bir çınar ağacında, bazen bir şarkıda karşımıza çıkıyor. Yolu uzun ve derin. İçine sırlar yükleyip acının sınırlarında şiirler söylüyor. Onun şiirinde bir kuşun yakarışını, rüzgârın sesini, ağacın fısıldayışını, çocuk çığlığını, insanın göğsünü parçalayan haykırışı gördüğümüz gibi, doğanın fısıldayışlarını da yakalarız. Felsefi bir tat ve kavganın dahil olduğu şiirlerden ince ince yağmur damlaları düşüyor okurun dünyasına.