Azize, ilk kez Taşçı’yı bu kadar zayıf ve kanatları kırılmış görüyordu. Işığı söndürdü ve sedire uzandı. Ayın büyülü ışığı genç kızın tenini yalayıp geçti. Taşçı’nın gözleri açık olsaydı, büyülü ışıktan ve genç kızın dut beyazı teninden etkilenecekti. Battaniyeyi üzerine çekti, sevdiği adama sıkıca sarıldı.
Genç kızın fasetaları Taşçı’nın tenini çizip geçti. Gözleri aralandı. İki gündür elinde değer verdiği ne varsa kayıp gidiyordu. Şu anda avuçlarını dolduran büyülü hatların kayıp gitmesine izin veremezdi. Genç kızın yüreğinin atışını avuçlarına gömdü. Büyülü hatlarında parmak uçlarıyla gezindi.
Parmak uçları, gözlerinin önünde akan derenin ılık suyuna doğru ilerlerdi. Çakıl taşlarının dizildiği engebeli yolu aştı. İki kayanın arasından, güçlükle şelalenin kaynağına kadar tırmandı. Genç kızın ellerini sıkıca kavrayıp, kendini gürül gürül akan şelaleye bıraktı.
Rengarenk Gökkuşağı Alabalığı’nın yüzdüğü Turkuvaz suların derinliğine çekilirken gözlerini açtı. Yemyeşil çimenlerin arası, diz boyu gelincik tarlasına dönüşmüştü. Eğilip şarap kırmızısı yaprakların ortasından köklerine doğru inen, kuzguni siyahlığı kokladı. Bal arıları şaşkınlıkla diğer çiçeklerin balına doğru kaçıştı. Gelincik kokusu yatağının içine, odasına ve aydınlatma penceresinin aralığından Kapalıçarşı’ya ve hatta tüm İstanbul’a yayıldı.
Taşçı kendisini Kırkgeçit Çayı’ndaki akıntının yer yer yavaşlamakta olduğu derin sularına bıraktı. Ayaklarının altındaki çakıl taşlarının etrafa saçıldığını hissetti. Serin sulardan bir avuç alıp içti. Suyun tadına, sanki bir yerlerden Ayancık’ın Fırıncık Armudu Pekmezi ve Yabani Kestane Balı karışmış gibiydi.
Azize, ilk kez Taşçı’yı bu kadar zayıf ve kanatları kırılmış görüyordu. Işığı söndürdü ve sedire uzandı. Ayın büyülü ışığı genç kızın tenini yalayıp geçti. Taşçı’nın gözleri açık olsaydı, büyülü ışıktan ve genç kızın dut beyazı teninden etkilenecekti. Battaniyeyi üzerine çekti, sevdiği adama sıkıca sarıldı.
Genç kızın fasetaları Taşçı’nın tenini çizip geçti. Gözleri aralandı. İki gündür elinde değer verdiği ne varsa kayıp gidiyordu. Şu anda avuçlarını dolduran büyülü hatların kayıp gitmesine izin veremezdi. Genç kızın yüreğinin atışını avuçlarına gömdü. Büyülü hatlarında parmak uçlarıyla gezindi.
Parmak uçları, gözlerinin önünde akan derenin ılık suyuna doğru ilerlerdi. Çakıl taşlarının dizildiği engebeli yolu aştı. İki kayanın arasından, güçlükle şelalenin kaynağına kadar tırmandı. Genç kızın ellerini sıkıca kavrayıp, kendini gürül gürül akan şelaleye bıraktı.
Rengarenk Gökkuşağı Alabalığı’nın yüzdüğü Turkuvaz suların derinliğine çekilirken gözlerini açtı. Yemyeşil çimenlerin arası, diz boyu gelincik tarlasına dönüşmüştü. Eğilip şarap kırmızısı yaprakların ortasından köklerine doğru inen, kuzguni siyahlığı kokladı. Bal arıları şaşkınlıkla diğer çiçeklerin balına doğru kaçıştı. Gelincik kokusu yatağının içine, odasına ve aydınlatma penceresinin aralığından Kapalıçarşı’ya ve hatta tüm İstanbul’a yayıldı.
Taşçı kendisini Kırkgeçit Çayı’ndaki akıntının yer yer yavaşlamakta olduğu derin sularına bıraktı. Ayaklarının altındaki çakıl taşlarının etrafa saçıldığını hissetti. Serin sulardan bir avuç alıp içti. Suyun tadına, sanki bir yerlerden Ayancık’ın Fırıncık Armudu Pekmezi ve Yabani Kestane Balı karışmış gibiydi.