nur taneleri yağınca
gökten yere doğru
gözlerimde yaş kalmadı
sustu ağaçlar, sustu çiçekler
ritim tutturdu kalbim
sade ekmek olunca azığım
aç susuz kaldım, bir yolda
nur taneleri yağdıkça
gökten yere doğru
bir ben değil
gözlerim de sustu
Genç bir şair, radyo programcısı, dergiciliğe gönül vermiş bir yayıncı, Radyo ve Televizyon bölümünü okuyan bir öğrenci… İçten, sıcakkanlı, hoş sohbet bir genç Enes Gürbüz…
Edebiyat ve şiir sohbetlerinin tiryakisi, taşınmak zorunda kaldığı şehirleri ilk önce Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinden okuyup tanıyan, yaşadığı şehrin ve dünyanın meselelerine bigâne kalmayıp onları şiirine taşıyan, akıl ve duyguyu aynı anda önemseyen Enes Gürbüz’ün hayatında şiir hep ön planda olmuş. Ona göre şiir; insanı hayat ile birleştiren bir tür bildiridir. Hayatın zorluklarını ve güzelliklerini, gönlünün süzgecinden geçirip kâğıda dökme biçimidir.
Hayalleri kırık bir gencin henüz gün doğmamışken şiirlerini ağaca asmasını, derdini anlamayanlara sitem eden şehrin feryadını duymasını, kabri taşınan uluların âhını işitmesini, nur taneleri yağarken gözlerin dahi susmasını, yürürken ayaklarına sular inmesini, durgun suların sağanak sağanak içine yağmasını ve beslenen o çocuksu bakışı şiirinde seyrettirir genç şair. Papatyaları ıslatan yağmura yönelir bakışları:“-papatyayı ıslatan yağmura/ithafen yazıyorum bu çılgın şiiri/şiir dedimse, sanma öyle/ahım şahım bir şiir/alt tarafı; dünyanın en ıssız adalarında yetişen/minik bir papatyayı/ıslatan yağmura yazıyorum/ve yağmuru gökten indirene.../al papatyayı ve kokla ey insan/kokla ve koy gönlüne kokusunu/ki ıslansın, ıslansın yağmur bile.”
Hayata bakışını şiire benzetmeye çalışır şair. “Şiir gibi gidip şiir gibi gelmeye söz vermiştir.” Fakat bilir ki dikenlerle, acılarla dolu bir hayatın yolcusudur. Ve önünde nice şiir ve hayata dair duraklar vardır. Daha yolun başındadır. Yine de dağları, çınarları devrilirken görmüştür. Kalemini, kelama dönüşürken de görmüştür kelama üşürken de. Gerçekleri yansıtmayan şiirler de yazmıştır ama can evinde nakışladığı o özel bakışı besler durur mısralarında. Çünkü onlar bir çocuğun gerçekleridir. Şiirinde ince bir espriyi ve ironiyi de sezdirdiği olur.
İnsan, ömrünün belli ya da belirsiz dönemlerinde sil baştan doğar dünyasına. Annesi göçtüğünde bir çocuğun, dünyası sil baştan değişir. Sevdiği şehri yahut şehri bildiği sevdiğini ardında bırakmak zorunda kaldığında insan, sil baştan doğar yeni güne. Yine şaire göre insan; şuuruyla şiiri, şiiri ile şuuru doğurur dizelerinde. Ve insan ölür ama yeniden bir doğuş ve diriliş bulur.
Gençken şiirlerini kitaplaştırıp meydana çıkmak da şairimize göre deliliktir ama belli ki önemli şair ve yazarların şiir eli üzerindedir. Büyükler bilirler ki onlar da gençtiler ve genç şairler, şiirin umududur. Enes Gürbüz’e şiir seyrinde bereketli ve şiir dünyasına izler bırakacak bir yolculuk diliyorum. Her dem sil baştan doğması dileğiyle…
Mücahit Kocabaş
nur taneleri yağınca
gökten yere doğru
gözlerimde yaş kalmadı
sustu ağaçlar, sustu çiçekler
ritim tutturdu kalbim
sade ekmek olunca azığım
aç susuz kaldım, bir yolda
nur taneleri yağdıkça
gökten yere doğru
bir ben değil
gözlerim de sustu
Genç bir şair, radyo programcısı, dergiciliğe gönül vermiş bir yayıncı, Radyo ve Televizyon bölümünü okuyan bir öğrenci… İçten, sıcakkanlı, hoş sohbet bir genç Enes Gürbüz…
Edebiyat ve şiir sohbetlerinin tiryakisi, taşınmak zorunda kaldığı şehirleri ilk önce Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinden okuyup tanıyan, yaşadığı şehrin ve dünyanın meselelerine bigâne kalmayıp onları şiirine taşıyan, akıl ve duyguyu aynı anda önemseyen Enes Gürbüz’ün hayatında şiir hep ön planda olmuş. Ona göre şiir; insanı hayat ile birleştiren bir tür bildiridir. Hayatın zorluklarını ve güzelliklerini, gönlünün süzgecinden geçirip kâğıda dökme biçimidir.
Hayalleri kırık bir gencin henüz gün doğmamışken şiirlerini ağaca asmasını, derdini anlamayanlara sitem eden şehrin feryadını duymasını, kabri taşınan uluların âhını işitmesini, nur taneleri yağarken gözlerin dahi susmasını, yürürken ayaklarına sular inmesini, durgun suların sağanak sağanak içine yağmasını ve beslenen o çocuksu bakışı şiirinde seyrettirir genç şair. Papatyaları ıslatan yağmura yönelir bakışları:“-papatyayı ıslatan yağmura/ithafen yazıyorum bu çılgın şiiri/şiir dedimse, sanma öyle/ahım şahım bir şiir/alt tarafı; dünyanın en ıssız adalarında yetişen/minik bir papatyayı/ıslatan yağmura yazıyorum/ve yağmuru gökten indirene.../al papatyayı ve kokla ey insan/kokla ve koy gönlüne kokusunu/ki ıslansın, ıslansın yağmur bile.”
Hayata bakışını şiire benzetmeye çalışır şair. “Şiir gibi gidip şiir gibi gelmeye söz vermiştir.” Fakat bilir ki dikenlerle, acılarla dolu bir hayatın yolcusudur. Ve önünde nice şiir ve hayata dair duraklar vardır. Daha yolun başındadır. Yine de dağları, çınarları devrilirken görmüştür. Kalemini, kelama dönüşürken de görmüştür kelama üşürken de. Gerçekleri yansıtmayan şiirler de yazmıştır ama can evinde nakışladığı o özel bakışı besler durur mısralarında. Çünkü onlar bir çocuğun gerçekleridir. Şiirinde ince bir espriyi ve ironiyi de sezdirdiği olur.
İnsan, ömrünün belli ya da belirsiz dönemlerinde sil baştan doğar dünyasına. Annesi göçtüğünde bir çocuğun, dünyası sil baştan değişir. Sevdiği şehri yahut şehri bildiği sevdiğini ardında bırakmak zorunda kaldığında insan, sil baştan doğar yeni güne. Yine şaire göre insan; şuuruyla şiiri, şiiri ile şuuru doğurur dizelerinde. Ve insan ölür ama yeniden bir doğuş ve diriliş bulur.
Gençken şiirlerini kitaplaştırıp meydana çıkmak da şairimize göre deliliktir ama belli ki önemli şair ve yazarların şiir eli üzerindedir. Büyükler bilirler ki onlar da gençtiler ve genç şairler, şiirin umududur. Enes Gürbüz’e şiir seyrinde bereketli ve şiir dünyasına izler bırakacak bir yolculuk diliyorum. Her dem sil baştan doğması dileğiyle…
Mücahit Kocabaş