Emine Saraçoğlu'nun, beden, kimlik, kişilik diyalektiğini ve toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan; sosyal statü ve kültürel sermaye ilişkisini sorunsallaştıran; söylemek istediğini söyleme biçimiyle salgılayan Şimdilik Kadın adlı ilk romanı okuyucusunu çağırıyor...
Tadımlık
Bir çocuk bahçesi düşledi Lerzan. Çocukların, hava kararıp da evlerine döndükleri vakti... Kum kovalarını, küreklerini, mantar tabancalarını, gülen bez bebeklerini bırakıp gittikleri bir bahçe getirdi gözlerinin önüne. (...) Eğilip baktığında, zarfın içinden düşmüş ve bin parçaya bölünmüş ve ölürken genç kalmış kırmızı bir gülün parçalarını gördü. Sonra iki parça tuvalet kâğıdını ıslatıp çömeldi.
“Bir gonca gülün cenazesi de varsın böyle kaldırılsın!” dedi sessizce. Ama artık birileri çıkıp şu mutsuz kadına Lerzan’ın öyle sıradan bir kuş olmadığını, onun bir kolibri kuşu olduğunu ve bir gün yine geri geri uçarak penceresine konabileceğini söylemesi gerekiyordu. (…) Mahmur gitti geldi gözbebekleri; dolandı, yaladı, sürdü, okşadı bakışları. Doyumsuzdu bitmezdi, bitemezdi sevdalar; bekledikçe çoğalırdı gözlerdeki kalışlar.
Ey hicranlı saatlerin kızı Lerzan! Uykunu aldın, gerçekleri gördün, ıslak ama ak bir gündesin. Hadi gel, bedbaht olma. Romantizmi böyle yaşayamazsın. Onunla böyle sarmaşamazsın. Uzak ve solgungördüğün dağların tepesine çıkamayacağının umutsuzluğuna hemen kapılma, ne olur. Yas tutmaya gerek yok. Her günün özel bir gün olduğunu unutma. Yüreğinin olanca içtenliğiyle sarıl. Fidelerin arasından mimozaları, leylakları seç; kural tanımaz ol, her zaman olduğu gibi iyi kötü ne varsa gönülleri üzen, gönülden razı ne varsa git sarıl, içini ısıt.
Haydi!
Emine Saraçoğlu'nun, beden, kimlik, kişilik diyalektiğini ve toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan; sosyal statü ve kültürel sermaye ilişkisini sorunsallaştıran; söylemek istediğini söyleme biçimiyle salgılayan Şimdilik Kadın adlı ilk romanı okuyucusunu çağırıyor...
Tadımlık
Bir çocuk bahçesi düşledi Lerzan. Çocukların, hava kararıp da evlerine döndükleri vakti... Kum kovalarını, küreklerini, mantar tabancalarını, gülen bez bebeklerini bırakıp gittikleri bir bahçe getirdi gözlerinin önüne. (...) Eğilip baktığında, zarfın içinden düşmüş ve bin parçaya bölünmüş ve ölürken genç kalmış kırmızı bir gülün parçalarını gördü. Sonra iki parça tuvalet kâğıdını ıslatıp çömeldi.
“Bir gonca gülün cenazesi de varsın böyle kaldırılsın!” dedi sessizce. Ama artık birileri çıkıp şu mutsuz kadına Lerzan’ın öyle sıradan bir kuş olmadığını, onun bir kolibri kuşu olduğunu ve bir gün yine geri geri uçarak penceresine konabileceğini söylemesi gerekiyordu. (…) Mahmur gitti geldi gözbebekleri; dolandı, yaladı, sürdü, okşadı bakışları. Doyumsuzdu bitmezdi, bitemezdi sevdalar; bekledikçe çoğalırdı gözlerdeki kalışlar.
Ey hicranlı saatlerin kızı Lerzan! Uykunu aldın, gerçekleri gördün, ıslak ama ak bir gündesin. Hadi gel, bedbaht olma. Romantizmi böyle yaşayamazsın. Onunla böyle sarmaşamazsın. Uzak ve solgungördüğün dağların tepesine çıkamayacağının umutsuzluğuna hemen kapılma, ne olur. Yas tutmaya gerek yok. Her günün özel bir gün olduğunu unutma. Yüreğinin olanca içtenliğiyle sarıl. Fidelerin arasından mimozaları, leylakları seç; kural tanımaz ol, her zaman olduğu gibi iyi kötü ne varsa gönülleri üzen, gönülden razı ne varsa git sarıl, içini ısıt.
Haydi!