Tüm ülke sinemaları varlıklarını iki nedene borçludur. Bu nedenlerin ilki kimi filmlerin salt bir ticari ürün olmasıdır. Onlar birer ticari üründür, çünkü artık-değer (kâr) bırakması amacıyla yapılırlar. Sinemanın varlığını borçlu olduğu ikinci nedense, kimi filmlerin sanat yapıtı olmasıdır. Sanat yapıtı diye ortaya çıkartılan filmler, varedilişlerinin doğası gereği, salt bir filmden ibaret olamazlar. Onlar yapılarının derinliklerinde hayatın tüm kurallarını taşırlar. Böylece yeni bir hayat kurabilen bir yönetmenin, Freud tarafından ‘şahlanmış atın üzerindeki bir şövalye' olarak tanımlanan egodan yoksun olması düşünülemez. Gemi azıya almış ego da daha önce bir başkası tarafından yapılmamışın, söylenmemişin, denenmemişin, dolaysıyla da yeniliklerin peşinden koşacaktır. Doğru film kavramı tartışmaya açık olsa bile, yönetmenlerin yenilikçi doğru filmler kurabilmeleri için egolarını akılla dizginlemeleri gerekir. Zira yerleşik kuralları hiçe sayarak, mesnetsiz bir yenilikçilik hırsına kapılmak, büyük hayal kırıklıklarını beraberinde getirir. Bu sözlerle deneysel sinemaya ya da yenilikçiliğe karşı çıkılmış olunmaz. Kaldı ki sinema en yetkin biçimde yenilikçilikle tanımlanabilir. Yenilikçi tavırın da tutarlı bir mantığa dayanması gerekir. Sinema diline yenilik getirecek bir yönetmen, kaçınılmaz olarak yüksek ego taşıyacaktır, ama bu ego disiplinle, okumayla, bilimde düzenli bir görüş oluşturan ilkeleri gösteren öğretilerle, kuramsal bilgi donanımıyla, akılla, gözlemle kontrol edilmelidir.
Sanatsal kaygıyla film çeken yönetmen bir hikâyeyi görüntü diliyle aktarmakla kalmaz, izleyicilerin kendilerini içinde hissedecekleri bir dünya yaratır. Böyle bir yönetmenlik uzun vadeli düşünebilmeyi, ama yeri geldiğinde anlık kararlar da verebilmeyi, oyuncuları, müziği, hikâyeyi, ışığı, atmosferi, kurguyu layığınca yönetebilme becerisini; duyguyla ve akılla kabul edilebilir filmsel evreni kurabilme bilgisini, kahramanlar arasından bazen o, bazen bu, bazen şu olabilme yetisini gerektirir. Yaratıcı yönetmenlik böyle bir yetiye bağlı olmakla da kalmaz yazınsal türlerle (roman, hikâye, şiirle) sıkı ilişki kurmayı zorunlu kılar. Bu tarz yönetmenlik; kapasitesi, bir senaryoyu bilinen yollarla filme alma bilgisiyle sınırlı uzman yönetmenlikten son kertede ayrışır. Böyle bir yönetmen, evrensel sinema dilini özgün bir tarzda kullanabilme beceri ve arzusuna sahiptir. Bu yaratıcı yönetmen tavrının sorgulanabileceği tek alansa ortaya konulan film-yapıdır.
Önemli bir uzam-zaman değişimi yaratılırken, kahramanın geçmiş yaşantısında kalmış bir kesite, anılara (flashback), rüyalara ve gelecek düşüncesine geçişte (giderek yaygınlaşan) klip kurgusunun bilgilendirici tarzı rahatsızlık vermeseydi, “Sinema, bir hikâyeyi görüntüyle anlatma sanatı” diyebilirdik. Anlam yaratmaktan yoksun bir kesme yöntemiyle; gerçeklikten düşe, gerçeklikten zihne, gerçeklikten geçmişe, düş yoluyla gerçeklikten geleceğe; bu filmsel uzamdan şu filmsel uzama ve bu filmsel zamandan şu filmsel zamana geçilebilir. Film izleme deneyimiyle donanmış, yani görüntü dilini öğrenmiş izleyici için bu bir sorun yaratmaz, ama böyle yapılırsa; sinema, “görüntülerle bilgi aktarma aracı” konumuna indirgenmiş olur. Oysa sinema, kurulu bir hikâyeyi izleyiciye görüntüyle yaşatma, izleyiciyi kurulan duygu evrenine sokma sanatıdır. Sanatta kural olur mu? Her sanatın kendine özgü bir dili vardır. Meğer ki dil söz konusudur, kuralsızlıktan söz edilemez. İnsan düşüncesinin sistemli işlediği anımsanırsa, başta dil (insan dili) olmak üzere, insanın ortaya çıkardığı hiçbir şeyin kuralsız olamayacağı da kendiliğinden görülür. Öyleyse dil nedir?
Dil kurallar bütünüdür, çünkü düşünce sistematiktir.Konuşurken kullanılınca sözlü dil, yazarken kullanılınca yazılı dil adını alan doğal dille düşünce arasına bir koşutluk kurulmadan ne dil ne de düşünce anlaşılabilir. Hem düşüncenin hem dilin bir işleyiş düzeneği vardır. Sinema filmleri de, düşünceyle eşzamanlı ortaya çıktığı ve düşünce olmadan kendisi olamayacağı bilinen insan dilinin sistemine benzer bir sistemle işleyen görüntü diliyle yaratılır. Bu nedenle film-yapı kurulurken (anlatma, duygu oluşturma, ifade etme, açıklama, yönlendirme, gösterme, yaşatma, iletişim kurma, değiştirme amacıyla) kullanılan dilin işleyiş düzeneğinin, dolayısıyla kurallarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Bir şey “söylemek” amacıyla kullanılan sanat dili niçin kuralsız olsun? Dil toplumsal, söz bireyseldir. Kişi bireysel yoldan bir söz üretmek için toplumsal dili kullanır; yönetmen de görsel söylemini, uluslararası ortak sinema dilini kendine özgü biçimde kullanarak üretir.
Yaratıcı sanatçının sistemli düşünme becerileri gelişmiştir. Sistemli düşünce becerisinin gelişmesinde matematik, felsefe, insan dili en etkili araçlardır. Bir sanatçı ister doğal dille bir roman yaratsın, ister doğal dil içinden çıkan üstdil/içdil olan şiir dilini kullanarak şiir yaratsın ve isterse başka bir sanatın dilini kullansın, düşüncesini sistem içinde aktarır. Düzenlenişin, kurgunun veya sistemin olduğu yerde kuralsızlık olamaz. Kurallar sorgulanamaz mı? Sanatın dilsel kuralları sorgulamaya her zaman açıktır. O halde soru kuralların değişip değişmeyeceği yönünde olmalıdır. Sanatın kurallarının, yıkılmak için konulmuş kurallar olduğu görüşü çoğu zaman abartılır, çünkü böylesi bir yıkma girişimi, varlığını rastgele bir amaca borçlu olamaz. Öyleyse bir sanatçının amacı, sanatsal anlatıma yeni boyutlar kazandırmak ve kabul edilebilir yöntemler geliştirmek olabilir. O sırada önceki anlatım dönüşebilir, kurallar yıkılabilir.
İnsanın olduğu yerde tanımlama ve adlandırmalardan kaçınılamaz. Bilgiyi, görünenleri, var olanı, işitileni yolundan saptırarak karmaşıklaştırmak, müphem ve anlaşılmaz kılmak, hiç değilse genel geçer bir boyutta doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, estetik ile bayağının farkını gözetmemek, anlatım kurallarına körü körüne karşı çıkmaktır. Tanımlama yaparak bir sistem oluşturmadan bilginin, hikâyenin, duygunun, tepkinin karşıya aktarılamayacağı gerçeğinden habersiz yaşamak isteyen birisi için genelde dilin, özelde sinema dilinin kuralları olmayabilir. Örneğin bir yönetmenin kadrajdaki nesnelerin, oyuncuların, hayvanların yönünü belirleyerek, kurgu ve eylemi rastgele yapılmaktan kurtaran, ona düzen veren, anlaşılabilirlik kazandıran aks kuralını gözardı etme lüksü olabilir mi?
Aks kuralı basit bir kuraldır: İkili çekimde A oyuncunun eylemi/yönü sola B oyuncunun eylemi/yönü sağaysa, A oyuncunun tekli çekimine geçildiğinde oyuncunun eylemi/yönü sağa doğru yaptırılamaz. Bu, zihnin kabul edeceği bir durum olmadığı gibi, hareketli bir nesnenin doğasına da aykırıdır. İnsan sağa doğru giderken, bir dönüş yapmadan sola gidemez. Bunun bir istisnası olarak, aks (Hitchcockvari) kasıtlı atlanarak korku yaratılabilir, ancak bu noktada üzerinde durulan işin bu boyutu değildir. Amaç salt izleyiciyi korkutmaksa, güldürmekse her şey mübahtır(!). Ayrıca planın çekimi sürecinde, altlık üzerindeki kameranın hareketiyle aks değiştirilmesi izleyiciye aşama aşama gösterilirse, aks atlanmış değil değiştirilmiş olur.
Adlandırılmamış ve tanımlanmamış bir bilginin aracını tanımak mümkün olmadığından şeylerin tanımının (tanımların zamanla değişmesi pahasına) olup bitenler gözlenerek bilimsel bir yöntemle yapılması gerekiyor. Olgunun neliğini saptamakta işe yarayan adlandırmalardan ve tanımlamalardan bu nedenle kaçınılamaz. Zira hareketli görüntü sanatının ürünleri filmler, gözlemle algılanır. Bundan kaçınılmazsa, André Bazin'in sorduğu gibi; sinema nedir?
Sinema, sayısız tanımı yapılabilir olsa da, son kertede evrensel doğru olarak, görüntüler yoluyla bir hikâyeyi izleyiciye yaşatma sanatıdır. İzleyicilerin, anlatılan hâyeyi yaşamasını sağlayan en önemli öge, tüm sanatların ortak paydası olan kurgudur. Kurgu, sanatların ortak paydası olsa da; herhangi bir parçanın başka bir parçayla birleştirilmesi yöntemi somut olarak (bir görüntü göstergesinin başka bir görüntü göstergesiyle yan yana getirilerek, kesilerek, eklenerek birleştirilmesi) film-yapının kuruluşunda gözlenebilir. Bu nedenle, heykeltıraşlar, ressamlar, şairler, romacılar da parçaları yan yana getiriyor olsalar da, kurgu kavramı yaygın olarak sinemada kullanılır.
Öyleyse kurgu nedir? Kurgu, en basit tanımla, görüntü göstergelerinin (çekim paraçası) bir hikâye düzleminin tamamlanması (aktarılması) amacıyla, başka görüntü göstergelerine eklenmesidir. Bu da, filmin biçimsel düzleminin en önemli ögesidir.
Diyalektik kurgu nedir?
Diyalektik (yaratıcı) kurgu, karmaşık bir yapıdadır. Bu karmaşıklığın nedeni, birbiriyle çarpıştırılarak kendilerinden yeni bir anlam üretilen iki görüntü göstergesinin içerik açısından farklı olmasıdır. Öyküsel düzlemde birbirlerinin devamı olmayan bu iki çekim birleştirildiği zaman, diyalektik/eytişimsel bir sıçramayla (bu iki çekimin bir toplamı olmayan), üçüncül bir anlam yaratılabilmektedir.
Bir filmin uzmanlarca “Griffith + 10 yıl” biçiminde eleştirilmesinde (o filmin böylesine gerilerde bulunmasında) senaryosu, oyuncu yönetimi, ışığı, sanat yönetimi, mekânları, rengi, kostümleri ve kamera kullanımı kadar anlatımının yani dilinin (kurgunun) rolü vardır. Burada kastedilen, kurgu biçimlerinin, Eisenstein tarafından çıkarılan formüllere göre kullanılması değil; kurgunun ruhunun ne olduğunun kavranamamış olmasıdır...
Doğal dilin, yazarlara ve şairlere sunduğu sonsuz dil olanaklarını sinema dili de yaratıcı yönetmenlere sunmaktadır. Sözcükler Türkçe, Japonca, Fransızca, Çince sözlüklerinde sınırlı sayıdadır. Sınırsız olan, tümce kurma olanağıdır. Sinema sanatında da kamera açıları, kamera hareketleri ve çekim ölçekleri sınırlı sayıdadır. Bu dille anlatmanın (deyim yerindeyse tümce kurmanın) ise sınırı yoktur. Varmış gibi görünen sınırları ortadan kaldırmak, Peter Wollen'ın da vurguladığı gibi, Eisensteinvari yaratıcı (diyalektik) kurguyu kavramakla mümkündür.
Kamera altlıkları alanındaki gelişmeler kamera rejisi tekniğinin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. Böylece sık yapılan kesmelerle elde edilen çekimlerin kurgu anında birbirine eklenmesiyle elde edilen kurgusal sahnelerin yerini, kesintisiz çekimlerle elde edilen bütünlüklü sahneler almaya başlamıştır. Böylece kamera rejisi tekniği sinema dili olanaklarını genişletmiştir. Tüm bunlara karşın, kamera rejisi tekniği kurgudan bağımsız değildir. En azından çerçeve içi düzenleme, hikâye düzlemi, senaryo düzlemi, dekupajın izinde yapılan basit ekleme açısından sinema sonsuza kadar kurguya bağlı kalacaktır.
Yenilikçi düşünceleri, hikâye kurgusuna ve anlatım biçimine sezgiyle yaklaşabilen yönetmenler filmlere uygulayabilir. Bu konuda gösterilen cesaret kadar tutarlı olmak da önemlidir; yenilik hangi temele dayandırılacaktır? Böyle bir kişiliğin ayırt edici özelliği görme yeteneğidir. Nesneler karşısında nasıl duracağını insanın kendisi seçese de, neler göreceğini (tıpkı film kamerası gibi) seçtiği yer belirler, çünkü bakılan nesneler durulan yere göre biçimlenir. Yaratıcı bir yönetmen doğası gereği görüntü evrenindeki varlıkları zihninde yeni ilkeler doğrultusunda anlamlandırma eğilimindedir.
- Dr.Cengis T. Asiltürk
Tüm ülke sinemaları varlıklarını iki nedene borçludur. Bu nedenlerin ilki kimi filmlerin salt bir ticari ürün olmasıdır. Onlar birer ticari üründür, çünkü artık-değer (kâr) bırakması amacıyla yapılırlar. Sinemanın varlığını borçlu olduğu ikinci nedense, kimi filmlerin sanat yapıtı olmasıdır. Sanat yapıtı diye ortaya çıkartılan filmler, varedilişlerinin doğası gereği, salt bir filmden ibaret olamazlar. Onlar yapılarının derinliklerinde hayatın tüm kurallarını taşırlar. Böylece yeni bir hayat kurabilen bir yönetmenin, Freud tarafından ‘şahlanmış atın üzerindeki bir şövalye' olarak tanımlanan egodan yoksun olması düşünülemez. Gemi azıya almış ego da daha önce bir başkası tarafından yapılmamışın, söylenmemişin, denenmemişin, dolaysıyla da yeniliklerin peşinden koşacaktır. Doğru film kavramı tartışmaya açık olsa bile, yönetmenlerin yenilikçi doğru filmler kurabilmeleri için egolarını akılla dizginlemeleri gerekir. Zira yerleşik kuralları hiçe sayarak, mesnetsiz bir yenilikçilik hırsına kapılmak, büyük hayal kırıklıklarını beraberinde getirir. Bu sözlerle deneysel sinemaya ya da yenilikçiliğe karşı çıkılmış olunmaz. Kaldı ki sinema en yetkin biçimde yenilikçilikle tanımlanabilir. Yenilikçi tavırın da tutarlı bir mantığa dayanması gerekir. Sinema diline yenilik getirecek bir yönetmen, kaçınılmaz olarak yüksek ego taşıyacaktır, ama bu ego disiplinle, okumayla, bilimde düzenli bir görüş oluşturan ilkeleri gösteren öğretilerle, kuramsal bilgi donanımıyla, akılla, gözlemle kontrol edilmelidir.
Sanatsal kaygıyla film çeken yönetmen bir hikâyeyi görüntü diliyle aktarmakla kalmaz, izleyicilerin kendilerini içinde hissedecekleri bir dünya yaratır. Böyle bir yönetmenlik uzun vadeli düşünebilmeyi, ama yeri geldiğinde anlık kararlar da verebilmeyi, oyuncuları, müziği, hikâyeyi, ışığı, atmosferi, kurguyu layığınca yönetebilme becerisini; duyguyla ve akılla kabul edilebilir filmsel evreni kurabilme bilgisini, kahramanlar arasından bazen o, bazen bu, bazen şu olabilme yetisini gerektirir. Yaratıcı yönetmenlik böyle bir yetiye bağlı olmakla da kalmaz yazınsal türlerle (roman, hikâye, şiirle) sıkı ilişki kurmayı zorunlu kılar. Bu tarz yönetmenlik; kapasitesi, bir senaryoyu bilinen yollarla filme alma bilgisiyle sınırlı uzman yönetmenlikten son kertede ayrışır. Böyle bir yönetmen, evrensel sinema dilini özgün bir tarzda kullanabilme beceri ve arzusuna sahiptir. Bu yaratıcı yönetmen tavrının sorgulanabileceği tek alansa ortaya konulan film-yapıdır.
Önemli bir uzam-zaman değişimi yaratılırken, kahramanın geçmiş yaşantısında kalmış bir kesite, anılara (flashback), rüyalara ve gelecek düşüncesine geçişte (giderek yaygınlaşan) klip kurgusunun bilgilendirici tarzı rahatsızlık vermeseydi, “Sinema, bir hikâyeyi görüntüyle anlatma sanatı” diyebilirdik. Anlam yaratmaktan yoksun bir kesme yöntemiyle; gerçeklikten düşe, gerçeklikten zihne, gerçeklikten geçmişe, düş yoluyla gerçeklikten geleceğe; bu filmsel uzamdan şu filmsel uzama ve bu filmsel zamandan şu filmsel zamana geçilebilir. Film izleme deneyimiyle donanmış, yani görüntü dilini öğrenmiş izleyici için bu bir sorun yaratmaz, ama böyle yapılırsa; sinema, “görüntülerle bilgi aktarma aracı” konumuna indirgenmiş olur. Oysa sinema, kurulu bir hikâyeyi izleyiciye görüntüyle yaşatma, izleyiciyi kurulan duygu evrenine sokma sanatıdır. Sanatta kural olur mu? Her sanatın kendine özgü bir dili vardır. Meğer ki dil söz konusudur, kuralsızlıktan söz edilemez. İnsan düşüncesinin sistemli işlediği anımsanırsa, başta dil (insan dili) olmak üzere, insanın ortaya çıkardığı hiçbir şeyin kuralsız olamayacağı da kendiliğinden görülür. Öyleyse dil nedir?
Dil kurallar bütünüdür, çünkü düşünce sistematiktir.Konuşurken kullanılınca sözlü dil, yazarken kullanılınca yazılı dil adını alan doğal dille düşünce arasına bir koşutluk kurulmadan ne dil ne de düşünce anlaşılabilir. Hem düşüncenin hem dilin bir işleyiş düzeneği vardır. Sinema filmleri de, düşünceyle eşzamanlı ortaya çıktığı ve düşünce olmadan kendisi olamayacağı bilinen insan dilinin sistemine benzer bir sistemle işleyen görüntü diliyle yaratılır. Bu nedenle film-yapı kurulurken (anlatma, duygu oluşturma, ifade etme, açıklama, yönlendirme, gösterme, yaşatma, iletişim kurma, değiştirme amacıyla) kullanılan dilin işleyiş düzeneğinin, dolayısıyla kurallarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Bir şey “söylemek” amacıyla kullanılan sanat dili niçin kuralsız olsun? Dil toplumsal, söz bireyseldir. Kişi bireysel yoldan bir söz üretmek için toplumsal dili kullanır; yönetmen de görsel söylemini, uluslararası ortak sinema dilini kendine özgü biçimde kullanarak üretir.
Yaratıcı sanatçının sistemli düşünme becerileri gelişmiştir. Sistemli düşünce becerisinin gelişmesinde matematik, felsefe, insan dili en etkili araçlardır. Bir sanatçı ister doğal dille bir roman yaratsın, ister doğal dil içinden çıkan üstdil/içdil olan şiir dilini kullanarak şiir yaratsın ve isterse başka bir sanatın dilini kullansın, düşüncesini sistem içinde aktarır. Düzenlenişin, kurgunun veya sistemin olduğu yerde kuralsızlık olamaz. Kurallar sorgulanamaz mı? Sanatın dilsel kuralları sorgulamaya her zaman açıktır. O halde soru kuralların değişip değişmeyeceği yönünde olmalıdır. Sanatın kurallarının, yıkılmak için konulmuş kurallar olduğu görüşü çoğu zaman abartılır, çünkü böylesi bir yıkma girişimi, varlığını rastgele bir amaca borçlu olamaz. Öyleyse bir sanatçının amacı, sanatsal anlatıma yeni boyutlar kazandırmak ve kabul edilebilir yöntemler geliştirmek olabilir. O sırada önceki anlatım dönüşebilir, kurallar yıkılabilir.
İnsanın olduğu yerde tanımlama ve adlandırmalardan kaçınılamaz. Bilgiyi, görünenleri, var olanı, işitileni yolundan saptırarak karmaşıklaştırmak, müphem ve anlaşılmaz kılmak, hiç değilse genel geçer bir boyutta doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, estetik ile bayağının farkını gözetmemek, anlatım kurallarına körü körüne karşı çıkmaktır. Tanımlama yaparak bir sistem oluşturmadan bilginin, hikâyenin, duygunun, tepkinin karşıya aktarılamayacağı gerçeğinden habersiz yaşamak isteyen birisi için genelde dilin, özelde sinema dilinin kuralları olmayabilir. Örneğin bir yönetmenin kadrajdaki nesnelerin, oyuncuların, hayvanların yönünü belirleyerek, kurgu ve eylemi rastgele yapılmaktan kurtaran, ona düzen veren, anlaşılabilirlik kazandıran aks kuralını gözardı etme lüksü olabilir mi?
Aks kuralı basit bir kuraldır: İkili çekimde A oyuncunun eylemi/yönü sola B oyuncunun eylemi/yönü sağaysa, A oyuncunun tekli çekimine geçildiğinde oyuncunun eylemi/yönü sağa doğru yaptırılamaz. Bu, zihnin kabul edeceği bir durum olmadığı gibi, hareketli bir nesnenin doğasına da aykırıdır. İnsan sağa doğru giderken, bir dönüş yapmadan sola gidemez. Bunun bir istisnası olarak, aks (Hitchcockvari) kasıtlı atlanarak korku yaratılabilir, ancak bu noktada üzerinde durulan işin bu boyutu değildir. Amaç salt izleyiciyi korkutmaksa, güldürmekse her şey mübahtır(!). Ayrıca planın çekimi sürecinde, altlık üzerindeki kameranın hareketiyle aks değiştirilmesi izleyiciye aşama aşama gösterilirse, aks atlanmış değil değiştirilmiş olur.
Adlandırılmamış ve tanımlanmamış bir bilginin aracını tanımak mümkün olmadığından şeylerin tanımının (tanımların zamanla değişmesi pahasına) olup bitenler gözlenerek bilimsel bir yöntemle yapılması gerekiyor. Olgunun neliğini saptamakta işe yarayan adlandırmalardan ve tanımlamalardan bu nedenle kaçınılamaz. Zira hareketli görüntü sanatının ürünleri filmler, gözlemle algılanır. Bundan kaçınılmazsa, André Bazin'in sorduğu gibi; sinema nedir?
Sinema, sayısız tanımı yapılabilir olsa da, son kertede evrensel doğru olarak, görüntüler yoluyla bir hikâyeyi izleyiciye yaşatma sanatıdır. İzleyicilerin, anlatılan hâyeyi yaşamasını sağlayan en önemli öge, tüm sanatların ortak paydası olan kurgudur. Kurgu, sanatların ortak paydası olsa da; herhangi bir parçanın başka bir parçayla birleştirilmesi yöntemi somut olarak (bir görüntü göstergesinin başka bir görüntü göstergesiyle yan yana getirilerek, kesilerek, eklenerek birleştirilmesi) film-yapının kuruluşunda gözlenebilir. Bu nedenle, heykeltıraşlar, ressamlar, şairler, romacılar da parçaları yan yana getiriyor olsalar da, kurgu kavramı yaygın olarak sinemada kullanılır.
Öyleyse kurgu nedir? Kurgu, en basit tanımla, görüntü göstergelerinin (çekim paraçası) bir hikâye düzleminin tamamlanması (aktarılması) amacıyla, başka görüntü göstergelerine eklenmesidir. Bu da, filmin biçimsel düzleminin en önemli ögesidir.
Diyalektik kurgu nedir?
Diyalektik (yaratıcı) kurgu, karmaşık bir yapıdadır. Bu karmaşıklığın nedeni, birbiriyle çarpıştırılarak kendilerinden yeni bir anlam üretilen iki görüntü göstergesinin içerik açısından farklı olmasıdır. Öyküsel düzlemde birbirlerinin devamı olmayan bu iki çekim birleştirildiği zaman, diyalektik/eytişimsel bir sıçramayla (bu iki çekimin bir toplamı olmayan), üçüncül bir anlam yaratılabilmektedir.
Bir filmin uzmanlarca “Griffith + 10 yıl” biçiminde eleştirilmesinde (o filmin böylesine gerilerde bulunmasında) senaryosu, oyuncu yönetimi, ışığı, sanat yönetimi, mekânları, rengi, kostümleri ve kamera kullanımı kadar anlatımının yani dilinin (kurgunun) rolü vardır. Burada kastedilen, kurgu biçimlerinin, Eisenstein tarafından çıkarılan formüllere göre kullanılması değil; kurgunun ruhunun ne olduğunun kavranamamış olmasıdır...
Doğal dilin, yazarlara ve şairlere sunduğu sonsuz dil olanaklarını sinema dili de yaratıcı yönetmenlere sunmaktadır. Sözcükler Türkçe, Japonca, Fransızca, Çince sözlüklerinde sınırlı sayıdadır. Sınırsız olan, tümce kurma olanağıdır. Sinema sanatında da kamera açıları, kamera hareketleri ve çekim ölçekleri sınırlı sayıdadır. Bu dille anlatmanın (deyim yerindeyse tümce kurmanın) ise sınırı yoktur. Varmış gibi görünen sınırları ortadan kaldırmak, Peter Wollen'ın da vurguladığı gibi, Eisensteinvari yaratıcı (diyalektik) kurguyu kavramakla mümkündür.
Kamera altlıkları alanındaki gelişmeler kamera rejisi tekniğinin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. Böylece sık yapılan kesmelerle elde edilen çekimlerin kurgu anında birbirine eklenmesiyle elde edilen kurgusal sahnelerin yerini, kesintisiz çekimlerle elde edilen bütünlüklü sahneler almaya başlamıştır. Böylece kamera rejisi tekniği sinema dili olanaklarını genişletmiştir. Tüm bunlara karşın, kamera rejisi tekniği kurgudan bağımsız değildir. En azından çerçeve içi düzenleme, hikâye düzlemi, senaryo düzlemi, dekupajın izinde yapılan basit ekleme açısından sinema sonsuza kadar kurguya bağlı kalacaktır.
Yenilikçi düşünceleri, hikâye kurgusuna ve anlatım biçimine sezgiyle yaklaşabilen yönetmenler filmlere uygulayabilir. Bu konuda gösterilen cesaret kadar tutarlı olmak da önemlidir; yenilik hangi temele dayandırılacaktır? Böyle bir kişiliğin ayırt edici özelliği görme yeteneğidir. Nesneler karşısında nasıl duracağını insanın kendisi seçese de, neler göreceğini (tıpkı film kamerası gibi) seçtiği yer belirler, çünkü bakılan nesneler durulan yere göre biçimlenir. Yaratıcı bir yönetmen doğası gereği görüntü evrenindeki varlıkları zihninde yeni ilkeler doğrultusunda anlamlandırma eğilimindedir.
- Dr.Cengis T. Asiltürk