… Bütün insanlar av kokusu almış akbabalar gibi evlerinin damından, kadınlar ve çocuklar kapı önlerinden ve pencerelerden; görülmemiş bir heybet ve ağır adımlarla köyü terk eden Meryem geline bakarak; sırıtarak, dedikodu ediyorlardı. Önlerinden geçen başı dik, gururlu kadın; gördükleri, duydukları hiçbir şeye benzemiyordu. O an insanlık cehalete, cehalet hoyratlığa, hoyratlık utanmazlığa, utanmazlık iğrençliğe dönüşüyordu. Herkes; kırmızı güneş altında gözleri kör eden insafsızlığın, doğruyu bükmüş yalanın ve kutsanmış linçin yardımıyla; köşeye sıkıştırılmış masumiyetin sürüyü terk edişini izliyordu. Meryem, yüreğindeki gerilmiş tellerin üstünde yürüyordu adeta. Sanki ölmüş de halâ her şeyin farkındaymış gibi; bulanık nehrin üstündeki köprüyü, katledilmiş masum birinin sırat köprüsünden geçme anı gibi, aşağıdan akan bulanık sular, cehennem alevine dönüşerek köprünün tahtalarına dil uzatıyordu…
… Bütün insanlar av kokusu almış akbabalar gibi evlerinin damından, kadınlar ve çocuklar kapı önlerinden ve pencerelerden; görülmemiş bir heybet ve ağır adımlarla köyü terk eden Meryem geline bakarak; sırıtarak, dedikodu ediyorlardı. Önlerinden geçen başı dik, gururlu kadın; gördükleri, duydukları hiçbir şeye benzemiyordu. O an insanlık cehalete, cehalet hoyratlığa, hoyratlık utanmazlığa, utanmazlık iğrençliğe dönüşüyordu. Herkes; kırmızı güneş altında gözleri kör eden insafsızlığın, doğruyu bükmüş yalanın ve kutsanmış linçin yardımıyla; köşeye sıkıştırılmış masumiyetin sürüyü terk edişini izliyordu. Meryem, yüreğindeki gerilmiş tellerin üstünde yürüyordu adeta. Sanki ölmüş de halâ her şeyin farkındaymış gibi; bulanık nehrin üstündeki köprüyü, katledilmiş masum birinin sırat köprüsünden geçme anı gibi, aşağıdan akan bulanık sular, cehennem alevine dönüşerek köprünün tahtalarına dil uzatıyordu…