“Rüzgar; umarsızca suratımı hırpalıyor. İçimde garip bir huzursuzluk var. Ana rahminden çıkıp dünyayla temas eden bir bebeğin korkudan ağlaması gibi. Amaçsızca yürüyen ve birbirine çarpmayan bu insanların garip telaşı. Her yer hengame. Konuşan ama hiç bir şey anlamayan, duyup da dinlemeyen insanlar. Bir birine değmeden, geçen hayatlar. Ben, öldürmeye programlanmış antimilitarist bir askerim. Kimi ve neyi, neden yok ettiğimi bilmeden ateş eden otomatik bir silah. Kimi kimden koruyorum ya da kimden neyi almaya çalışıyorum bilmiyorum. Anlamsız bir savaş var her yerde. Kişi kendiyle savaşıyor. Kardeş kardeşiyle. Ve toplumlar hiç tanımadığı toplumları yıkıp geçiyor. Rüzgar garip tınılar fısıldıyor kulaklarıma. Kimsenin duyamadığı, yalnızca bana özel tınılar. Işıkların yansımasından oluşan gölgeler inanılmaz bir dans gösterisi sunuyor. Hayat korkuya dönüşüyor aniden. Bir duvar dibine sinip bu karanlığın dağılmasını bekliyorum teslim olarak. Atmosferden sızan ağır kokunun doğada oluşturduğu tuhaf ve rahatsız edici yanını yanlız ben mi? deneyimliyorum? Ey! insanlar. Ey! kendinden geçmiş yaratıklar. Hayatın gayesinden bi haber bırakılmışlar. Kendini komutlarla şekillendirmişler. İçimde büyük bir bulantıya sebepsiniz... Belki de bulantı değildir hissettiğim. Tam karşılığı tiksintidir bu duguların. Deli gömleği giydirilmiş pervasızca kalabalıklarda sergileniyorum. Karşıma geçmiş her inancın çılgın temsilcileri. Hepsinin niyeti aynı. Teslim almak. Hepsi Nietzche'den bi haber. Oysa Tanrıyı öldürmüştük hep beraber. Yaşamı şekillendirmeye çalışıyorlar temsil ettikleri ritüellerle. Oysa farkında değil hiç biri; yarattıkları şey yanlızca sistemin artıkları. Altında kaldıkları yıkımları kabullenemiyor zihinleri. Değersizliğin yarıştığı bir çağda yaşıyoruz her birimiz. Bu savaşın adı üstünlük değil aksine güç istenci. Ve fakirin sırtına vurulmuş bir semere dönüşmüş dinleri. Hayat korkutuyor beni. Çıkarın artık boynuma taktığınız değerleri. Özgür bırakın ruhları. Ne ödülünüze muhtacım ne de cezanıza razı...”
“Rüzgar; umarsızca suratımı hırpalıyor. İçimde garip bir huzursuzluk var. Ana rahminden çıkıp dünyayla temas eden bir bebeğin korkudan ağlaması gibi. Amaçsızca yürüyen ve birbirine çarpmayan bu insanların garip telaşı. Her yer hengame. Konuşan ama hiç bir şey anlamayan, duyup da dinlemeyen insanlar. Bir birine değmeden, geçen hayatlar. Ben, öldürmeye programlanmış antimilitarist bir askerim. Kimi ve neyi, neden yok ettiğimi bilmeden ateş eden otomatik bir silah. Kimi kimden koruyorum ya da kimden neyi almaya çalışıyorum bilmiyorum. Anlamsız bir savaş var her yerde. Kişi kendiyle savaşıyor. Kardeş kardeşiyle. Ve toplumlar hiç tanımadığı toplumları yıkıp geçiyor. Rüzgar garip tınılar fısıldıyor kulaklarıma. Kimsenin duyamadığı, yalnızca bana özel tınılar. Işıkların yansımasından oluşan gölgeler inanılmaz bir dans gösterisi sunuyor. Hayat korkuya dönüşüyor aniden. Bir duvar dibine sinip bu karanlığın dağılmasını bekliyorum teslim olarak. Atmosferden sızan ağır kokunun doğada oluşturduğu tuhaf ve rahatsız edici yanını yanlız ben mi? deneyimliyorum? Ey! insanlar. Ey! kendinden geçmiş yaratıklar. Hayatın gayesinden bi haber bırakılmışlar. Kendini komutlarla şekillendirmişler. İçimde büyük bir bulantıya sebepsiniz... Belki de bulantı değildir hissettiğim. Tam karşılığı tiksintidir bu duguların. Deli gömleği giydirilmiş pervasızca kalabalıklarda sergileniyorum. Karşıma geçmiş her inancın çılgın temsilcileri. Hepsinin niyeti aynı. Teslim almak. Hepsi Nietzche'den bi haber. Oysa Tanrıyı öldürmüştük hep beraber. Yaşamı şekillendirmeye çalışıyorlar temsil ettikleri ritüellerle. Oysa farkında değil hiç biri; yarattıkları şey yanlızca sistemin artıkları. Altında kaldıkları yıkımları kabullenemiyor zihinleri. Değersizliğin yarıştığı bir çağda yaşıyoruz her birimiz. Bu savaşın adı üstünlük değil aksine güç istenci. Ve fakirin sırtına vurulmuş bir semere dönüşmüş dinleri. Hayat korkutuyor beni. Çıkarın artık boynuma taktığınız değerleri. Özgür bırakın ruhları. Ne ödülünüze muhtacım ne de cezanıza razı...”