Zihinlerimizi, çağımızın neredeyse ortak hissiyatı olarak nitelenebilecek çözümsüzlük hissinin yarattığı umutsuzluktan kurtaracak tek şey, kuşkusuz ki siyaset felsefesinin, siyasetin netliğine ilişkin tanımlamalarına dönüp bir kez daha bakmak, siyasal eylemlerimiz ve eylemlerimizin ilkeleri üzerine bir kez daha düşünmek olacaktır. Siyaset felsefesi tarihine ilişkin elinizdeki kitapta ortaya konulmaya çalışılan bu türden bir düşünme, iki temel faydayı beraberinde getiriyor: Güncel siyasetin değişim rüzgarının yönünü tespit etmek için güne damgasını vuran siyaset anlayışlarının sorunlarını tarihsel kaynaklarından takip ederek keşfetmek; bugün unutulan “iyi yaşam”-siyaset ilişkisini yeniden hatırlatarak, siyasal varoluşun anlam ve değerine ilişkin özsel bir sorgulamayı gerçekleştirmek.
Tarihsel ve siyasal analizi ortak bir potada eritmeyi hedefleyen bu türden bir düşünmenin ayırt edici özelliği, geleceğe ilişkin içkin ütopik bir bakışı içinde barındırmasıdır. İçkindir çünkü gelecekle kurulmaya çalışılan ilişki geçmişe perde çekilerek gerçekleştirilen geleceğe saf bir yönelme değildir; aksine geçmişten dolanan bir tarih bilinciyle yapılan –yani bir anlamda gelenekleri bütünüyle atlamayan ama geçmişin tozlu raflarına da saplanıp kalmayan – dolayısıyla nostaljik yönelimlere başvurmayan– bir yolculuğu andırır. Yolculuğun temel amacı son'lu bir tarih algısını sorgulayarak geçmişi ve geleceği şimdi'de birleştirebilmek, bu yolla şimdi'de alternatif olanı açığa çıkarabilmektir.
Walter Benjamin'in konuya ilişkin vurgusu bu aşamada hatırlanabilir: “hiçbir olgu, bir neden olduğu için zorunlu olarak tarihsel olgu niteliğini kazanmaz. Bu niteliği olup bitişinin ardından, belki binlerce yıl sonra ortaya çıkan koşullar aracılığıyla kazanır. Bunu çıkış noktası yapan her tarihçi, olaylar dizisini bir tespih gibi parmaklarının arasından kaydırmaktan vazgeçer. Kendi çağının geçmişteki son derece belirli bir çağla paylaştığı konumu kavrar.” Siyaset Felsefesi Tarihi (Platon'dan Žižek'e), tıpkı Janus gibi hem geçmişe hem de geleceğe bakarak çağımızın konumunu daha iyi anlamamızı olanaklı kılmakla kalmıyor, aynı zamanda siyasete dair umut duyabilmemiz için tarihte varolan olanakları da gözler önüne seriyor.
Zihinlerimizi, çağımızın neredeyse ortak hissiyatı olarak nitelenebilecek çözümsüzlük hissinin yarattığı umutsuzluktan kurtaracak tek şey, kuşkusuz ki siyaset felsefesinin, siyasetin netliğine ilişkin tanımlamalarına dönüp bir kez daha bakmak, siyasal eylemlerimiz ve eylemlerimizin ilkeleri üzerine bir kez daha düşünmek olacaktır. Siyaset felsefesi tarihine ilişkin elinizdeki kitapta ortaya konulmaya çalışılan bu türden bir düşünme, iki temel faydayı beraberinde getiriyor: Güncel siyasetin değişim rüzgarının yönünü tespit etmek için güne damgasını vuran siyaset anlayışlarının sorunlarını tarihsel kaynaklarından takip ederek keşfetmek; bugün unutulan “iyi yaşam”-siyaset ilişkisini yeniden hatırlatarak, siyasal varoluşun anlam ve değerine ilişkin özsel bir sorgulamayı gerçekleştirmek.
Tarihsel ve siyasal analizi ortak bir potada eritmeyi hedefleyen bu türden bir düşünmenin ayırt edici özelliği, geleceğe ilişkin içkin ütopik bir bakışı içinde barındırmasıdır. İçkindir çünkü gelecekle kurulmaya çalışılan ilişki geçmişe perde çekilerek gerçekleştirilen geleceğe saf bir yönelme değildir; aksine geçmişten dolanan bir tarih bilinciyle yapılan –yani bir anlamda gelenekleri bütünüyle atlamayan ama geçmişin tozlu raflarına da saplanıp kalmayan – dolayısıyla nostaljik yönelimlere başvurmayan– bir yolculuğu andırır. Yolculuğun temel amacı son'lu bir tarih algısını sorgulayarak geçmişi ve geleceği şimdi'de birleştirebilmek, bu yolla şimdi'de alternatif olanı açığa çıkarabilmektir.
Walter Benjamin'in konuya ilişkin vurgusu bu aşamada hatırlanabilir: “hiçbir olgu, bir neden olduğu için zorunlu olarak tarihsel olgu niteliğini kazanmaz. Bu niteliği olup bitişinin ardından, belki binlerce yıl sonra ortaya çıkan koşullar aracılığıyla kazanır. Bunu çıkış noktası yapan her tarihçi, olaylar dizisini bir tespih gibi parmaklarının arasından kaydırmaktan vazgeçer. Kendi çağının geçmişteki son derece belirli bir çağla paylaştığı konumu kavrar.” Siyaset Felsefesi Tarihi (Platon'dan Žižek'e), tıpkı Janus gibi hem geçmişe hem de geleceğe bakarak çağımızın konumunu daha iyi anlamamızı olanaklı kılmakla kalmıyor, aynı zamanda siyasete dair umut duyabilmemiz için tarihte varolan olanakları da gözler önüne seriyor.