Televizyon toplumsal yaşamda kapladığı alanın cesametine rağmen, uzun yıllar sosyal bilimlerde “ciddi” bir araştırma nesnesi olarak hak ettiği ilgiyi ve değeri göremedi. Yakın zamanlarda ise kültürel çalışmalar geleneğinin sosyal bilimlerde kendini hissettiren ağırlığı popüler kültürün başat unsuru olan televizyonun araştırmacıların dikkatini daha fazla çekmesine yol açtı. Bununla birlikte “nitelikli televizyon” (quality television) olarak adlandırılan içeriklerin yaygınlaşması, bilhassa da girift anlatı yapıları ve sinematografik tarzlarıyla kentli, beyaz yakalı ve ağırlıklı olarak genç yetişkin erkeklerden oluşan izleyicileri hedefleyen dizilerin popülerleşmesi, televizyonu sosyal bilimcilerin ilgisine giderek daha fazla mazhar kıldı. Bir parantez açarak, kadınlarla ve hane içi alanla özdeşleştirilerek değersizleştirilen televizyona yönelik bu ilgi artışının arka planındaki örtülü cinsiyetçiliğin başlı başına bir araştırmayı hak ettiğini söyleyebiliriz. Televizyonla ilgili güncel araştırmalar, metodolojik olarak üç ana izleği takip ediyor. Bazı araştırmacılar televizyon içeriklerini ırkçılık, milliyetçilik, göçmen karşıtlığı, cinsiyetçilik, mizojeni, neoliberalizm, tüketimcilik vb. ideolojilerle ilişkisi açısından incelerken, bazıları da bu içeriklerin farklı toplumsal kesimlerden izleyiciler tarafından nasıl temellük edildiğini anlamaya odaklanıyor. Televizyon anlatılarının... belli söylemsel sınırlar içinde de olsa izleyicilerin yeniden anlamlandırmasına açık bir “sembolik fazlalık” içermesi, izleyici odaklı bu araştırmaları bilhassa önemli kılıyor. Kaldı ki, içeriği analiz ederken bu içeriğin taşıdığı sembolik yükü bütün iç çelişkileriyle birlikte dert edinmeyen araştırmaların eleştirel menzili televizyonun hâkim ideolojileri yeniden ürettiğini tekrarlamaktan öteye geçmiyor. Televizyon araştırmalarındaki üçüncü metodolojik izlek ise hem aracın hem de içeriğin bir meta olarak politik ekonomisine yoğunlaşırken, televizyon yayıncılığı üzerindeki siyasi denetimin ve yayın kuruluşlarının sahiplik yapılarının televizyonun üretim ve dolaşım süreçlerini nasıl etkilediğini sorguluyor.
Televizyon toplumsal yaşamda kapladığı alanın cesametine rağmen, uzun yıllar sosyal bilimlerde “ciddi” bir araştırma nesnesi olarak hak ettiği ilgiyi ve değeri göremedi. Yakın zamanlarda ise kültürel çalışmalar geleneğinin sosyal bilimlerde kendini hissettiren ağırlığı popüler kültürün başat unsuru olan televizyonun araştırmacıların dikkatini daha fazla çekmesine yol açtı. Bununla birlikte “nitelikli televizyon” (quality television) olarak adlandırılan içeriklerin yaygınlaşması, bilhassa da girift anlatı yapıları ve sinematografik tarzlarıyla kentli, beyaz yakalı ve ağırlıklı olarak genç yetişkin erkeklerden oluşan izleyicileri hedefleyen dizilerin popülerleşmesi, televizyonu sosyal bilimcilerin ilgisine giderek daha fazla mazhar kıldı. Bir parantez açarak, kadınlarla ve hane içi alanla özdeşleştirilerek değersizleştirilen televizyona yönelik bu ilgi artışının arka planındaki örtülü cinsiyetçiliğin başlı başına bir araştırmayı hak ettiğini söyleyebiliriz. Televizyonla ilgili güncel araştırmalar, metodolojik olarak üç ana izleği takip ediyor. Bazı araştırmacılar televizyon içeriklerini ırkçılık, milliyetçilik, göçmen karşıtlığı, cinsiyetçilik, mizojeni, neoliberalizm, tüketimcilik vb. ideolojilerle ilişkisi açısından incelerken, bazıları da bu içeriklerin farklı toplumsal kesimlerden izleyiciler tarafından nasıl temellük edildiğini anlamaya odaklanıyor. Televizyon anlatılarının... belli söylemsel sınırlar içinde de olsa izleyicilerin yeniden anlamlandırmasına açık bir “sembolik fazlalık” içermesi, izleyici odaklı bu araştırmaları bilhassa önemli kılıyor. Kaldı ki, içeriği analiz ederken bu içeriğin taşıdığı sembolik yükü bütün iç çelişkileriyle birlikte dert edinmeyen araştırmaların eleştirel menzili televizyonun hâkim ideolojileri yeniden ürettiğini tekrarlamaktan öteye geçmiyor. Televizyon araştırmalarındaki üçüncü metodolojik izlek ise hem aracın hem de içeriğin bir meta olarak politik ekonomisine yoğunlaşırken, televizyon yayıncılığı üzerindeki siyasi denetimin ve yayın kuruluşlarının sahiplik yapılarının televizyonun üretim ve dolaşım süreçlerini nasıl etkilediğini sorguluyor.