Hâmûş-nâme ya da Sükût Sanatı’nın dünya hayatında herkesi ilgilendiren bir hikâyesi var: Eserin müellifi Şair Yusufi-yi Erzincanî bir gün boş bulunup da söylediği sözlerin bir gammaz tarafından arkadaşlarına aktarıldığını ve bu sebeple de arkadaşlarıyla arasının bozulduğunu anlar. Bundan üzüntü duyar ve bu eseri kaleme alır. Eserinin “sebeb-i telif” kısmında eseri niçin yazdığını şöyle dile getirmektedir:
“Bir zamanlar yolum gurbete çıkmış, bir müddet de Erzincan’da kalmıştım. Dilimden çıkan bazı sözleri kötü niyetlinin birisi işitmiş, arkadaşlarıma “Yusuf sizin hakkınızda böyle böyle diyor” demiş. Bu sözleri işitince rencide olan dostlarım benden uzaklaştılar.
Bu konuyu iyice araştırınca, bunun sebebinin dilimin şerrinden, uğursuzluğundan olduğunu anladım. Bu manada hayrete daldım ve gayret ansızın beni tesiri altına aldı. Dedim ki: “madem sözlerim ziyana sebep oluyor, ziyanımın sebebi dilin şerrindendir.” Dilimi bağlayıp söz söylememeye ve dostlarımı yeniden incitmemeye karar verdim.
Tam bunları düşünürken ay yüzlü fikir gelini bana; “Neden hâmûş kaldın” diye sorunca bu hikâyeyi anlattım o da dinledi. “Eğer bu manada hikâyeler biliyorsan manzum olarak yaz.” dedi. Bu on hikâyeyi anlattım, bunu nazmetmemin sebebi işte budur. Bu niyetle kalem harekete geçti ve adını Hâmûşnâme koydum…”
Hâmûş-nâme ya da Sükût Sanatı’nın dünya hayatında herkesi ilgilendiren bir hikâyesi var: Eserin müellifi Şair Yusufi-yi Erzincanî bir gün boş bulunup da söylediği sözlerin bir gammaz tarafından arkadaşlarına aktarıldığını ve bu sebeple de arkadaşlarıyla arasının bozulduğunu anlar. Bundan üzüntü duyar ve bu eseri kaleme alır. Eserinin “sebeb-i telif” kısmında eseri niçin yazdığını şöyle dile getirmektedir:
“Bir zamanlar yolum gurbete çıkmış, bir müddet de Erzincan’da kalmıştım. Dilimden çıkan bazı sözleri kötü niyetlinin birisi işitmiş, arkadaşlarıma “Yusuf sizin hakkınızda böyle böyle diyor” demiş. Bu sözleri işitince rencide olan dostlarım benden uzaklaştılar.
Bu konuyu iyice araştırınca, bunun sebebinin dilimin şerrinden, uğursuzluğundan olduğunu anladım. Bu manada hayrete daldım ve gayret ansızın beni tesiri altına aldı. Dedim ki: “madem sözlerim ziyana sebep oluyor, ziyanımın sebebi dilin şerrindendir.” Dilimi bağlayıp söz söylememeye ve dostlarımı yeniden incitmemeye karar verdim.
Tam bunları düşünürken ay yüzlü fikir gelini bana; “Neden hâmûş kaldın” diye sorunca bu hikâyeyi anlattım o da dinledi. “Eğer bu manada hikâyeler biliyorsan manzum olarak yaz.” dedi. Bu on hikâyeyi anlattım, bunu nazmetmemin sebebi işte budur. Bu niyetle kalem harekete geçti ve adını Hâmûşnâme koydum…”