Sürdürülebilir Kalkınma
Yerküre, günümüze değin, keşfedilmiş yegâne bir yaşam alanıdır. Diğer tüm canlılarla birlikte, bu istisnai gezegende yaşam alanı bulan insan, on binlerce yıllık bir evrimden, etkin bir özneye evrildi. Geliştirdiği teknik, bilimsel ve siyasal devrimlerle birlikte, tüm canlı ve cansız varsıllığa hükmetmeye başladı. Hem hesapsız bir şekilde doğanın nimetlerinden yararlandı, hem de kendi türü içinde farklı yapısal müdahalelerle çeşitli yaptırım ve adaletsizliklere neden oldu. Böylelikle güç üzerinden sömürülen çevrenin/ doğanın yanı sıra, toplumsal katmanlar arasında da önemli adaletsizlikler oluştu. Artı ürün ve rekabete dayalı yaşamsal pratiklerle hem çevresel tahribat ve kıyımlara hem de toplumsal birliktelikleri ve birlikte yaşama becerisini sekteye uğratan savaş ve katliamlara neden oldu. Daha normatif ve yaşanılabilir bir yaşamdan ziyade, yerel ya da küresel toplum ölçeğinde güçlü olmak ve iktidar alanını artırmak ya da en azından devam ettirmek adına gerçekleştirilen endüstriyel faaliyetler, doğayı zayıflatıp kirlettiği gibi, gelir adaletsizliği ve buna bağlı toplumsal ilişkiler de bozuldu. Bir tarafta konforlu yaşama sahip insanlar, diğer tarafta ise, açlıkla mücadele eden milyonlarca insanın birlikteliği elbette ki zorlaştı. Göç ve nüfus hareketlilikleri kaçınılmaz oldu. Yeni yaşam alanları, toplumsal kontak ve deneyimler birbirini takip etti. Yeni pratiklerle deneyimlenen ve bu tür olumsuzluklara karşı gelişen toplumsal itirazlar; adalet, insan hak ve onurunun yanı sıra, bir damla suyun, bir yeşil ağacın ve bir avuç toprağın korunmasının ne denli önemli ve gerekli olduğu dillendirildi. Böylelikle dikkatler, ortak yaşamsal pratiklerin (biyotik ve abiyotik) kavratılması ve bireylerde etkin bir farkındalığın oluşturması adına gerçekleştirilmesi gereken en önemli etkinlik olarak eğitime yöneldi. Ortak yaşam birlikteliğinin sürdürebilir kılınması için de eğitim faaliyetleri yoluyla kitlelere ulaşmak ve bu anlamda en ideal programların yürütülmesi vazgeçilmez bir gerekliliktir.
Yerküre, günümüze değin, keşfedilmiş yegâne bir yaşam alanıdır. Diğer tüm canlılarla birlikte, bu istisnai gezegende yaşam alanı bulan insan, on binlerce yıllık bir evrimden, etkin bir özneye evrildi. Geliştirdiği teknik, bilimsel ve siyasal devrimlerle birlikte, tüm canlı ve cansız varsıllığa hükmetmeye başladı. Hem hesapsız bir şekilde doğanın nimetlerinden yararlandı, hem de kendi türü içinde farklı yapısal müdahalelerle çeşitli yaptırım ve adaletsizliklere neden oldu. Böylelikle güç üzerinden sömürülen çevrenin/ doğanın yanı sıra, toplumsal katmanlar arasında da önemli adaletsizlikler oluştu. Artı ürün ve rekabete dayalı yaşamsal pratiklerle hem çevresel tahribat ve kıyımlara hem de toplumsal birliktelikleri ve birlikte yaşama becerisini sekteye uğratan savaş ve katliamlara neden oldu. Daha normatif ve yaşanılabilir bir yaşamdan ziyade, yerel ya da küresel toplum ölçeğinde güçlü olmak ve iktidar alanını artırmak ya da en azından devam ettirmek adına gerçekleştirilen endüstriyel faaliyetler, doğayı zayıflatıp kirlettiği gibi, gelir adaletsizliği ve buna bağlı toplumsal ilişkiler de bozuldu. Bir tarafta konforlu yaşama sahip insanlar, diğer tarafta ise, açlıkla mücadele eden milyonlarca insanın birlikteliği elbette ki zorlaştı. Göç ve nüfus hareketlilikleri kaçınılmaz oldu. Yeni yaşam alanları, toplumsal kontak ve deneyimler birbirini takip etti. Yeni pratiklerle deneyimlenen ve bu tür olumsuzluklara karşı gelişen toplumsal itirazlar; adalet, insan hak ve onurunun yanı sıra, bir damla suyun, bir yeşil ağacın ve bir avuç toprağın korunmasının ne denli önemli ve gerekli olduğu dillendirildi. Böylelikle dikkatler, ortak yaşamsal pratiklerin (biyotik ve abiyotik) kavratılması ve bireylerde etkin bir farkındalığın oluşturması adına gerçekleştirilmesi gereken en önemli etkinlik olarak eğitime yöneldi. Ortak yaşam birlikteliğinin sürdürebilir kılınması için de eğitim faaliyetleri yoluyla kitlelere ulaşmak ve bu anlamda en ideal programların yürütülmesi vazgeçilmez bir gerekliliktir.