Kafka’yı nasıl bilirdiniz? Aile kavramı zihninizdeki hangi ormanlara karşılık geliyor? Bir öykü en fazla kaç farklı biçimde anlatılabilir? Artık handiyse bir fenomen haline gelmiş olan Gregor Samsa’nın varoluşu ne böcek ne insan olabildiği karanlık, uçurumlu arafta nasıl sarkaçlara tutunuyordu? Postmodern dünyanın bombaları yüreği kaç şizofrenik parçaya böler? Zaman mı görecelidir, yoksa hepimiz farklı aynalarda hep gözlerimizden vurularak mı öldürülürüz? Lance Olsen, Tedirgin Hazlar’da bir arayı, bir aralığı, umudun durmadan yalnızlıkla yer değiştirdiği çıkışsız bir kendine kapanışı, çocukluğa, yoksulluğa, şiddete, sefilliğe ve bencilliğe teyelliyor. Bütün fenerleri en çok korktuğumuz yerlerimizde gezdiriyor. Klişelerden bambaşka bir özgünlüğe ulaşıyor. Nietzsche’nin Öpücükleri’nde sektirdiği taşları, -biri ceset- beş kişilik bir ailenin ve onların hizmetçilerinin, kiracılarının, komşularının, sevgililerinin kucağına düşürüyor. Dönüştüğümüz ‘şeylere’ hüzünlü, alaycı, ölümcül selamlar yolluyor. Üstelik ‘okur’dan da öykü içinde öykü tekniğiyle bir karakter yaratarak kendimizi uzaktan, çırılçıplak seyretmemize neden oluyor, saklanacak hiçbir yer bulamadan dosdoğru girelim diye cümlelerin içine. Kısacası hepimize açık açık meydan okuyor. Bu demir leblebiyi sindirebilecek cesareti olanlar! Afiyet olsun!
Kafka’yı nasıl bilirdiniz? Aile kavramı zihninizdeki hangi ormanlara karşılık geliyor? Bir öykü en fazla kaç farklı biçimde anlatılabilir? Artık handiyse bir fenomen haline gelmiş olan Gregor Samsa’nın varoluşu ne böcek ne insan olabildiği karanlık, uçurumlu arafta nasıl sarkaçlara tutunuyordu? Postmodern dünyanın bombaları yüreği kaç şizofrenik parçaya böler? Zaman mı görecelidir, yoksa hepimiz farklı aynalarda hep gözlerimizden vurularak mı öldürülürüz? Lance Olsen, Tedirgin Hazlar’da bir arayı, bir aralığı, umudun durmadan yalnızlıkla yer değiştirdiği çıkışsız bir kendine kapanışı, çocukluğa, yoksulluğa, şiddete, sefilliğe ve bencilliğe teyelliyor. Bütün fenerleri en çok korktuğumuz yerlerimizde gezdiriyor. Klişelerden bambaşka bir özgünlüğe ulaşıyor. Nietzsche’nin Öpücükleri’nde sektirdiği taşları, -biri ceset- beş kişilik bir ailenin ve onların hizmetçilerinin, kiracılarının, komşularının, sevgililerinin kucağına düşürüyor. Dönüştüğümüz ‘şeylere’ hüzünlü, alaycı, ölümcül selamlar yolluyor. Üstelik ‘okur’dan da öykü içinde öykü tekniğiyle bir karakter yaratarak kendimizi uzaktan, çırılçıplak seyretmemize neden oluyor, saklanacak hiçbir yer bulamadan dosdoğru girelim diye cümlelerin içine. Kısacası hepimize açık açık meydan okuyor. Bu demir leblebiyi sindirebilecek cesareti olanlar! Afiyet olsun!