Orijinali ve transkripsiyon metnini vererek neşre hazırladığımız Tevârih-i Şehr-i Kostantiniye Menâkib-ı Zuhûr-ı Âl-i Osmân adını taşıyan eser, literatürde Tevârîh-i Âl-i Osman adıyla anılan eserler kategorisindedir. Osmanlı Hanedânı Tarihi, Osmanoğulları Tarihi veya daha umumi olarak kısaca Osmanlı Tarihleri adıyla anılırlar. Eserlerin asıl adları ise neşre esas olan eserimizdekine benzer şekilde Nesl-i Tevârîh-i Âl-i Osman, Zikr-i Mülûk-i Âl-i Osman, Dasıtân-ı Tevârîh-i Âl-i Osman, Tevârîh-i Selâtin-i Âl-i Osman gibi adlar taşırlar. Yazarı bilinmeyenler anonim olarak adlandırırken, yazarı bilinenler ise müellif ve müverrihlerin adlarıyla anılırlar. Buna bağlı olarak, yapılan ve yazılan birçok araştırmada, bu eserlerin atıf ve dipnotlarında müellif veya müverrihlerin adlarına nispet edilmiştir. Bizim metnimizdeki gibi yoğun olarak II. Bayezid döneminde yazılan Tevârîh-i Âl-i Osmân nüshalarında İstanbul’un kuruluş ve Ayasofya’nın inşası konusu süslenerek anlatılması geniş yer alır. Kıyamet senaryoları içinde yer alan İstanbul’un burayı hedefleyenler için sadece mukaddes bir vazife, peygamberin müjdesine mazhar olmak isteyen hükümdarların ilahi bir misyonu yahut kızıl elması şeklinde birçoğu sonradan ortaya çıkmış kutsi unsurlarla idealize edilmiş bir yer olarak değil, aynı zamanda lanetli, yıkılıp yeniden inşa edilmemesi gereken “menhus” bir yer olarak algılandığı bunun ciddi bir literatür birikimiyle desteklendiğini gözden kaçırmamak gerekir. (Kenan Ziya Taş – Mustafa Öğe)
Orijinali ve transkripsiyon metnini vererek neşre hazırladığımız Tevârih-i Şehr-i Kostantiniye Menâkib-ı Zuhûr-ı Âl-i Osmân adını taşıyan eser, literatürde Tevârîh-i Âl-i Osman adıyla anılan eserler kategorisindedir. Osmanlı Hanedânı Tarihi, Osmanoğulları Tarihi veya daha umumi olarak kısaca Osmanlı Tarihleri adıyla anılırlar. Eserlerin asıl adları ise neşre esas olan eserimizdekine benzer şekilde Nesl-i Tevârîh-i Âl-i Osman, Zikr-i Mülûk-i Âl-i Osman, Dasıtân-ı Tevârîh-i Âl-i Osman, Tevârîh-i Selâtin-i Âl-i Osman gibi adlar taşırlar. Yazarı bilinmeyenler anonim olarak adlandırırken, yazarı bilinenler ise müellif ve müverrihlerin adlarıyla anılırlar. Buna bağlı olarak, yapılan ve yazılan birçok araştırmada, bu eserlerin atıf ve dipnotlarında müellif veya müverrihlerin adlarına nispet edilmiştir. Bizim metnimizdeki gibi yoğun olarak II. Bayezid döneminde yazılan Tevârîh-i Âl-i Osmân nüshalarında İstanbul’un kuruluş ve Ayasofya’nın inşası konusu süslenerek anlatılması geniş yer alır. Kıyamet senaryoları içinde yer alan İstanbul’un burayı hedefleyenler için sadece mukaddes bir vazife, peygamberin müjdesine mazhar olmak isteyen hükümdarların ilahi bir misyonu yahut kızıl elması şeklinde birçoğu sonradan ortaya çıkmış kutsi unsurlarla idealize edilmiş bir yer olarak değil, aynı zamanda lanetli, yıkılıp yeniden inşa edilmemesi gereken “menhus” bir yer olarak algılandığı bunun ciddi bir literatür birikimiyle desteklendiğini gözden kaçırmamak gerekir. (Kenan Ziya Taş – Mustafa Öğe)