“Tanaḫ’ın ya da birçokları tarafından Eski Ahit olarak işaret edilen metnin radikal bir yeniden yorumlamasını mümkün kılacak dikkate değer bir keşifte bulunduğuma inanıyorum. Söz konusu keşif basitçe, Kitāb-ı Mukaddes’in nesiller boyu araştırmacılar tarafından kabul edildiği gibi ‘Filistin’ değil ‘Batı Arabistan’ kökenli olduğu şeklindedir. Nesillerdir saygı duyulan coğrafi varsayımdan sarsıcı biçimde ayrışan iddianın kanıtı ileriki bölümlerde ortaya konulmuştur. İddiam, temelde şimdiye kadar ısrarla yanlış tercüme edilen Kitāb-ı Mukaddes yer isimlerinin dilbilimsel analizine dayanmaktadır. Teknik olarak isimlerle ilgilenen, ya da belki daha isabetli bir ifade ile toponomik analiz olarak bilinen bu süreç, iddiamın üzerine inşa edildiği temeldir. Ortaya koyduğum keşfin araştırmalar tarafından doğrulanmadıkça nazari olarak kalması gerektiğini rahatlıkla ifade edebilirim.”
Kumaşları aynı iplikten dokunmuş olsa da efsane Tarih değildir. Her ikisi de olguyu tasvir etmeye çalışan iki ayrı gerçekliktir. Tarih, çoğu zaman sıkıcı olma derecesinde olgusaldır; kanıt olmadan konuşmaz ve sadece kanıtlar arasında mantıksal örüntüler kurmaya çalışır. Efsane ise hayale sonsuz kapı aralar; tarihin kaynağından beslenir ama bu kaynaktan -işin özüne değinmeye ihtiyaç duymaksızın- öykülerde olduğu gibi kurgular meydana getirir. Tarihin kuru anlatımına karşın efsanenin anlatımı şiirseldir; gerçekliği bilmeceler ve sembollerle betimler. Tarih tek tek bilim insanlarının işi iken efsane halkların muhayyilesinin bir ürünüdür. Efsanede kavimler, milletler, kabileler, ülkeler, medeniyetler, bu toplulukların isimlerini taşıyan ve bunların mizaçlarını yansıtan erkek ve kadın karakterlere, tanrılara ve tanrıçalara dönüşür...
“Tanaḫ’ın ya da birçokları tarafından Eski Ahit olarak işaret edilen metnin radikal bir yeniden yorumlamasını mümkün kılacak dikkate değer bir keşifte bulunduğuma inanıyorum. Söz konusu keşif basitçe, Kitāb-ı Mukaddes’in nesiller boyu araştırmacılar tarafından kabul edildiği gibi ‘Filistin’ değil ‘Batı Arabistan’ kökenli olduğu şeklindedir. Nesillerdir saygı duyulan coğrafi varsayımdan sarsıcı biçimde ayrışan iddianın kanıtı ileriki bölümlerde ortaya konulmuştur. İddiam, temelde şimdiye kadar ısrarla yanlış tercüme edilen Kitāb-ı Mukaddes yer isimlerinin dilbilimsel analizine dayanmaktadır. Teknik olarak isimlerle ilgilenen, ya da belki daha isabetli bir ifade ile toponomik analiz olarak bilinen bu süreç, iddiamın üzerine inşa edildiği temeldir. Ortaya koyduğum keşfin araştırmalar tarafından doğrulanmadıkça nazari olarak kalması gerektiğini rahatlıkla ifade edebilirim.”
Kumaşları aynı iplikten dokunmuş olsa da efsane Tarih değildir. Her ikisi de olguyu tasvir etmeye çalışan iki ayrı gerçekliktir. Tarih, çoğu zaman sıkıcı olma derecesinde olgusaldır; kanıt olmadan konuşmaz ve sadece kanıtlar arasında mantıksal örüntüler kurmaya çalışır. Efsane ise hayale sonsuz kapı aralar; tarihin kaynağından beslenir ama bu kaynaktan -işin özüne değinmeye ihtiyaç duymaksızın- öykülerde olduğu gibi kurgular meydana getirir. Tarihin kuru anlatımına karşın efsanenin anlatımı şiirseldir; gerçekliği bilmeceler ve sembollerle betimler. Tarih tek tek bilim insanlarının işi iken efsane halkların muhayyilesinin bir ürünüdür. Efsanede kavimler, milletler, kabileler, ülkeler, medeniyetler, bu toplulukların isimlerini taşıyan ve bunların mizaçlarını yansıtan erkek ve kadın karakterlere, tanrılara ve tanrıçalara dönüşür...