Kanepeye uzanmışım. Karşımda eski bir öğrenci çalışma masası duruyor. Masanın üstünde ve sağında üç kitaplık var. Sol tarafta duvarda asılı bir bağlama, onun yanında yere dayalı bir gitar. Sağdaki kitaplığın yanında bir org ve önünde mavi bir pilates topu bulunuyor. Gı-cırdayan döner bir koltuğa oturmuş 3 yaşında bir çocuk var. Çocuk hafifçe sağa sola dönerek önündeki beyaz kâğıda rastgele kaşe basıyor ve bir yandan kendi kendine bir şeyler mırılda-nıyor; sanki bana ninni söylüyor. Ben de telefonu açmış, onu izliyor ve yaptıklarını kaydedi-yorum. Ancak ninni biraz daha devam ederse her an uyuyakalabilirim! Bir süre sonra çocuk etrafına bakınıyor ve karşısındaki kitaplıkta siyah renkli eski bir kaşe görüyor...
Gıcırdayan döner koltukta bana doğru dönüp, ayağa kalkıyor ve ceylan gibi sekerek yanıma geliyor. “Dede dedee dedişko! Bana siyah olanı, siyah olanı verir misin?” diye sesleniyor. “Dede dedee dedişko” dediğinde kimilerinin deyimiyle yüreğimde kelebekler uçuşuyor, ki-milerinin deyimiyle ise yüreğimin yağı eriyor. Kilo ve yaşa aldırmadan, kendimden bekle-mediğim bir çeviklikle kalkıp siyah kaşeyi ona veriyorum. Bir yandan da insan yaşamındaki en üst rütbelerden biri olan DEDİŞKOLUĞA terfi etmenin keyfini çıkarıyorum.
Kanepeye uzanmışım. Karşımda eski bir öğrenci çalışma masası duruyor. Masanın üstünde ve sağında üç kitaplık var. Sol tarafta duvarda asılı bir bağlama, onun yanında yere dayalı bir gitar. Sağdaki kitaplığın yanında bir org ve önünde mavi bir pilates topu bulunuyor. Gı-cırdayan döner bir koltuğa oturmuş 3 yaşında bir çocuk var. Çocuk hafifçe sağa sola dönerek önündeki beyaz kâğıda rastgele kaşe basıyor ve bir yandan kendi kendine bir şeyler mırılda-nıyor; sanki bana ninni söylüyor. Ben de telefonu açmış, onu izliyor ve yaptıklarını kaydedi-yorum. Ancak ninni biraz daha devam ederse her an uyuyakalabilirim! Bir süre sonra çocuk etrafına bakınıyor ve karşısındaki kitaplıkta siyah renkli eski bir kaşe görüyor...
Gıcırdayan döner koltukta bana doğru dönüp, ayağa kalkıyor ve ceylan gibi sekerek yanıma geliyor. “Dede dedee dedişko! Bana siyah olanı, siyah olanı verir misin?” diye sesleniyor. “Dede dedee dedişko” dediğinde kimilerinin deyimiyle yüreğimde kelebekler uçuşuyor, ki-milerinin deyimiyle ise yüreğimin yağı eriyor. Kilo ve yaşa aldırmadan, kendimden bekle-mediğim bir çeviklikle kalkıp siyah kaşeyi ona veriyorum. Bir yandan da insan yaşamındaki en üst rütbelerden biri olan DEDİŞKOLUĞA terfi etmenin keyfini çıkarıyorum.