Okumamış olan var mı Tristram Shandy'yi? Böyle kötü kötü yetişmiş olabilir mi? James Boswell, 1760 baharında böyle yazıyordu: Sterne'in komik romanı Tristram Shandy, çıkar çıkmaz muazzam bir övgü ve biraz da şaşkınlıkla karşılanmış, yirmi yıl önce Samuel Richardson'ın Pamela'sının doğurduğundan daha ateşli bir edebiyat tartışmasına yol açmıştı. Sterne de bir yıl sonra şunları yazacaktı: "Şehrin bir yarısı kitabıma ağır hakaretler ediyor, öteki yarısı göklere çıkarıyor; işin hoş yanı, hem hakaret ediyor hem atın alıyorlar." Gerçekten de, ilk iki cildinde kahraman-anlatıcının kendini dünyaya getirmeyi bile başaramadığı bir romana ne denebilir? Öyle bir anlatıcı ki bu, kendini savaş oyunları oynamaya adamış amcası Toby ve yazarın bir otoportresi olan Vaiz Yorick gibi karakterler dururken, ilgimizi "okumayı güneş gibi aydınlatır" dediği bir dizi sapmay(l)a, konu dışına çıkış(l)a çekiyor. Tristram Shandy'nin özgünlüğü -ve tabii ki "edepsiz"liği- hayranları gibi "muarız"larını da hemen buldu karşısında: Orhan Pamuk'un, Nuran Yavuz'un yoğun emeğinin ürünü bu çeviri için yazdığı sunuşta belirttiği gibi, "Sezgileri, nükteleri, vecizeleri, taşı gediğine koymasıyla İngiliz edebiyatının en zeki yazarlarından biri olan Samuel Johnson bile o kuralcı öğretmen yanıyla elinizdeki bu romana sabırsız bir anlayışsızlıkla yaklaşmış ve 'Tuhaf olan hiçbir şey kalıcı olamaz,' demişti, 'Tristham Shandy kalıcı olmadı.'" Ama Tristram Shandy, Johnson'ın bu kasvetli hükmünü yalancı çıkardı: Nerdeyse yüz kırk yıldır pek çok dilde okunuyor. Artık Türkçede de okunacak: Okumayacak olan var mı Tristram Shandy'yi? Böyle kötü yetişmiş ölümlü olabilir mi?
Okumamış olan var mı Tristram Shandy'yi? Böyle kötü kötü yetişmiş olabilir mi? James Boswell, 1760 baharında böyle yazıyordu: Sterne'in komik romanı Tristram Shandy, çıkar çıkmaz muazzam bir övgü ve biraz da şaşkınlıkla karşılanmış, yirmi yıl önce Samuel Richardson'ın Pamela'sının doğurduğundan daha ateşli bir edebiyat tartışmasına yol açmıştı. Sterne de bir yıl sonra şunları yazacaktı: "Şehrin bir yarısı kitabıma ağır hakaretler ediyor, öteki yarısı göklere çıkarıyor; işin hoş yanı, hem hakaret ediyor hem atın alıyorlar." Gerçekten de, ilk iki cildinde kahraman-anlatıcının kendini dünyaya getirmeyi bile başaramadığı bir romana ne denebilir? Öyle bir anlatıcı ki bu, kendini savaş oyunları oynamaya adamış amcası Toby ve yazarın bir otoportresi olan Vaiz Yorick gibi karakterler dururken, ilgimizi "okumayı güneş gibi aydınlatır" dediği bir dizi sapmay(l)a, konu dışına çıkış(l)a çekiyor. Tristram Shandy'nin özgünlüğü -ve tabii ki "edepsiz"liği- hayranları gibi "muarız"larını da hemen buldu karşısında: Orhan Pamuk'un, Nuran Yavuz'un yoğun emeğinin ürünü bu çeviri için yazdığı sunuşta belirttiği gibi, "Sezgileri, nükteleri, vecizeleri, taşı gediğine koymasıyla İngiliz edebiyatının en zeki yazarlarından biri olan Samuel Johnson bile o kuralcı öğretmen yanıyla elinizdeki bu romana sabırsız bir anlayışsızlıkla yaklaşmış ve 'Tuhaf olan hiçbir şey kalıcı olamaz,' demişti, 'Tristham Shandy kalıcı olmadı.'" Ama Tristram Shandy, Johnson'ın bu kasvetli hükmünü yalancı çıkardı: Nerdeyse yüz kırk yıldır pek çok dilde okunuyor. Artık Türkçede de okunacak: Okumayacak olan var mı Tristram Shandy'yi? Böyle kötü yetişmiş ölümlü olabilir mi?