Tüketim kültürü, toplumsal ilişkilerin tüketim ilişkileri çerçevesinde anlam kazandığı bir kavramı ifade etmektedir. Nesnelerin bireysel ihtiyaçların büyük bir çoğunluğunu karşılaması, bu süreci doğurmuştur. Yani toplum içindeki bireylerin birbirleriyle olan dayanışma gereksinimleri nesneler tarafından ikame edilir olduğunda, toplumdaki sosyal bağların gereksizleşmesi gündeme gelmiştir. Buna bağlı olarak toplumsal ilişkilere anlam veren değerler alanının üretimi, kişiler arası ilişkiler bağlamından çıkarak, kişilerle nesneler arası ilişkiler sürecine aktarılmış olmaktadır. Bu süreçte her nesne belli düzeyde sosyal anlamla yüklenmiş olmaktadır ve nesneler topluca, sosyal statü alanıyla denkleşerek, toplumsal gereksinimlerin yani toplumsallığın karşılanması bağlamında yapılanmış olmaktadır. Artık nesneler tekil anlamlarında çıkarak, tıpkı toplumsal sistem gibi bir nesneler sistemi olarak anlam kazanmıştır. Tüketim bu bağlamda, sosyal bir etkinliktir ve yeni bir toplumsallığın biçimi olarak tüketim toplumunun doğasını ifade etmektedir.
Tüketimin bir toplumsal ilişki biçimi olarak gelişmesinde, ürün bolluğunun mevcudiyeti temel olmakla birlikte, nesnelerle ilişkinin toplumsal bir nitelik kazanmasında tarihsel koşulların da özel bir yeri bulunmaktadır. Bunlar Batı toplumlarında ortaya çıkan modernizmi ve kapitalizmi üreten koşullardır. Günümüzde küreselleşmeyle beraber modernizm, kapitalizm ve tüketim kültürü artık her yerdedir.
Bu çalışma, sözü edilen bu dinamikler ve gelişme süreci bağlamında, ülkemizde ve özel olarak araştırma alanında görülen değişimi ele almayı amaçlamaktadır. Çalışma öz olarak, genel anlamda tüketim kültürünün alanımızda yerleşmekte olan bir olgu olduğunu göstermiştir. Özellikle bireysel eğilimler alanında açık bir tüketimci yönelim gözlenmiştir. Ancak gelir düzeyinden kaynaklanan kısıtlamalar ve geleneksel değerlerin yoğun etkisi tüketimin özgün biçimiyle bir ilişkiler biçimi yaratmasında kısıtlayıcı rol oynamışlardır. Azgelişmişliğe özgü bu dinamikler, tüketim kültürünü Batıya özgü bireysel anlamından uzaklaştırarak, toplumsal değerlere dayalı ilişkilerin içinin boşalmasına ve nesnelleşmesine tekabül eden özel bir kültürel görünüm yaratmıştır.
Tüketim kültürü, toplumsal ilişkilerin tüketim ilişkileri çerçevesinde anlam kazandığı bir kavramı ifade etmektedir. Nesnelerin bireysel ihtiyaçların büyük bir çoğunluğunu karşılaması, bu süreci doğurmuştur. Yani toplum içindeki bireylerin birbirleriyle olan dayanışma gereksinimleri nesneler tarafından ikame edilir olduğunda, toplumdaki sosyal bağların gereksizleşmesi gündeme gelmiştir. Buna bağlı olarak toplumsal ilişkilere anlam veren değerler alanının üretimi, kişiler arası ilişkiler bağlamından çıkarak, kişilerle nesneler arası ilişkiler sürecine aktarılmış olmaktadır. Bu süreçte her nesne belli düzeyde sosyal anlamla yüklenmiş olmaktadır ve nesneler topluca, sosyal statü alanıyla denkleşerek, toplumsal gereksinimlerin yani toplumsallığın karşılanması bağlamında yapılanmış olmaktadır. Artık nesneler tekil anlamlarında çıkarak, tıpkı toplumsal sistem gibi bir nesneler sistemi olarak anlam kazanmıştır. Tüketim bu bağlamda, sosyal bir etkinliktir ve yeni bir toplumsallığın biçimi olarak tüketim toplumunun doğasını ifade etmektedir.
Tüketimin bir toplumsal ilişki biçimi olarak gelişmesinde, ürün bolluğunun mevcudiyeti temel olmakla birlikte, nesnelerle ilişkinin toplumsal bir nitelik kazanmasında tarihsel koşulların da özel bir yeri bulunmaktadır. Bunlar Batı toplumlarında ortaya çıkan modernizmi ve kapitalizmi üreten koşullardır. Günümüzde küreselleşmeyle beraber modernizm, kapitalizm ve tüketim kültürü artık her yerdedir.
Bu çalışma, sözü edilen bu dinamikler ve gelişme süreci bağlamında, ülkemizde ve özel olarak araştırma alanında görülen değişimi ele almayı amaçlamaktadır. Çalışma öz olarak, genel anlamda tüketim kültürünün alanımızda yerleşmekte olan bir olgu olduğunu göstermiştir. Özellikle bireysel eğilimler alanında açık bir tüketimci yönelim gözlenmiştir. Ancak gelir düzeyinden kaynaklanan kısıtlamalar ve geleneksel değerlerin yoğun etkisi tüketimin özgün biçimiyle bir ilişkiler biçimi yaratmasında kısıtlayıcı rol oynamışlardır. Azgelişmişliğe özgü bu dinamikler, tüketim kültürünü Batıya özgü bireysel anlamından uzaklaştırarak, toplumsal değerlere dayalı ilişkilerin içinin boşalmasına ve nesnelleşmesine tekabül eden özel bir kültürel görünüm yaratmıştır.