Sevgili Türk Edebiyatı Okurları,
Bu sayımızda sizleri, dallarda çiçekleyen bir bahar müjdesiyle karşılamak isterdim ancak 6 Şubat sabahı, büyük bir felaketle yüzleşen, tarumar olan şehirlerimizin ve buralarda meskûn insanlarımızın yürek burkan feryatlarıyla açtık gözlerimizi. Yüz yıl önce yedi düvelin boyun eğdiremediği “Gazi”, “Şanlı”, “Kahraman” şehirlerimiz, ilçelerimiz, köylerimiz arzı şiddetle silkeleyen bir zelzelenin kurbanı oldu. Yaralarımız elbette derin… Deprem yerküresinin haritasını bile değiştirecek şiddetiyle büyük bir yıkıma neden olsa da biz de birçok kez tarihin akışını değiştirmiş bir milletiz. Bu milletin ruhunda bu yaraları saracak, bu şehirleri yeniden ayağa kaldıracak, bölgeyi yeni baştan imar edecek güç de kudret de mevcuttur. Milletimizin bu potansiyelini aklın ve bilimin rehberliğiyle buluşturduğumuzda, yeniden inşa edeceğimiz ülkemizde bu acıların bir daha yaşanmayacağı da gün gibi aşikârdır.
İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğu günden beri tabiatla bir mücadele içindeydi. Tarihin ilk çağlarında insanın bu mücadelesi, kendisinden kat kat güçlü olan tabiata tutunma, yaşama ve var olma savaşıydı. Modern dönemde ise aklı ve bilimi keşfedip bilgiyi teknolojiye dönüştüren insan, yüzyıllar boyunca mağlup olduğu tabiata âdeta meydan okumaya başladı. Aldatıcı zaferler elbette tabiatı tahrip etme sürecine dönüştü. Kapitalist sistemin daha kısa sürede daha fazlasını üretme, daha büyüğünü inşa etme, daha konforlu bir hayatı vadetme ve bütün bu girişimlerin sonucunda daha fazla para kazanma hırsı maalesef dünyanın, âdeta yağmalanmasıyla sonuçlandı. İnsan denizi doldurup sınırlarını sular aleyhine genişletme, ırmakların yatağını değiştirme, gölleri kurutma, dağları delme, arşa yükselen binaları dikme hatta akıllı evler inşa etme gücüne kavuştu. Kanunları yeniden düzenleme ve tamahın lehine değiştirme gücünü ise çoktan keşfetmişti. Ancak tabiatın değişmeyen kanunları vardı ve aslında merhamet sahibiydi Tanrı ve onun kurduğu tabiat. Bu kanunları insanoğluna, yakarak kuraklıkla, coşarak sellerle, eserek tufanlarla, sarsarak depremlerle sık sık hatırlattı. Ders çıkarmayan ise azgın nefslerimizdi. Doldurduğumuz deniz dalgalarıyla gelip işgal ettiğimiz yerleri sulara gömerek kendi sınırlarına dayandı kaç kez, ırmaklar inatla eski yataklarına doğru sel olup yürüdü ve inşa ettiğimiz her şeyi deryaların ciğerine doldurdu, göllerse utancın yer altına sızdılar. Depremler mi? Bilimin, mühendisliğin değil gecekondu zihniyetinin inşa ettiği yapıları ve müteahhit hırsına teslim olan şehirlerimizde fay hatlarına meydan okuyarak arşa yükselen kibirli binaları yer ile yeksan etti… Hendeseden bihaber çıktığımız kaçak katların yere kapaklanması ve burnu üstüne devrilen kibirli binalar, aslında bu haris zihniyetin artık tabiatın kurallarına diz çökmesinden başka bir şey değil. Bütün bunların üstesinden gelmek mümkün. Fay hatlarını biliyorsak şehirlerimizi güvenli bölgelerde inşa etmeli, zemin kaç kata müsaade ediyorsa binaları ona göre yükseltmeli, mühendisliğimizi gözden geçirmeliyiz. İnsanlarımızı kısa sürede yeniden o bölgeye yerleştirmeliyiz. Elbette güven içinde oturacakları depreme dayanıklı konutlar inşa ederek…
Milletimizin başı sağ olsun! Allah beterinden korusun…
İmdat Avşar
Genel Yayın Yönetmeni
Sevgili Türk Edebiyatı Okurları,
Bu sayımızda sizleri, dallarda çiçekleyen bir bahar müjdesiyle karşılamak isterdim ancak 6 Şubat sabahı, büyük bir felaketle yüzleşen, tarumar olan şehirlerimizin ve buralarda meskûn insanlarımızın yürek burkan feryatlarıyla açtık gözlerimizi. Yüz yıl önce yedi düvelin boyun eğdiremediği “Gazi”, “Şanlı”, “Kahraman” şehirlerimiz, ilçelerimiz, köylerimiz arzı şiddetle silkeleyen bir zelzelenin kurbanı oldu. Yaralarımız elbette derin… Deprem yerküresinin haritasını bile değiştirecek şiddetiyle büyük bir yıkıma neden olsa da biz de birçok kez tarihin akışını değiştirmiş bir milletiz. Bu milletin ruhunda bu yaraları saracak, bu şehirleri yeniden ayağa kaldıracak, bölgeyi yeni baştan imar edecek güç de kudret de mevcuttur. Milletimizin bu potansiyelini aklın ve bilimin rehberliğiyle buluşturduğumuzda, yeniden inşa edeceğimiz ülkemizde bu acıların bir daha yaşanmayacağı da gün gibi aşikârdır.
İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğu günden beri tabiatla bir mücadele içindeydi. Tarihin ilk çağlarında insanın bu mücadelesi, kendisinden kat kat güçlü olan tabiata tutunma, yaşama ve var olma savaşıydı. Modern dönemde ise aklı ve bilimi keşfedip bilgiyi teknolojiye dönüştüren insan, yüzyıllar boyunca mağlup olduğu tabiata âdeta meydan okumaya başladı. Aldatıcı zaferler elbette tabiatı tahrip etme sürecine dönüştü. Kapitalist sistemin daha kısa sürede daha fazlasını üretme, daha büyüğünü inşa etme, daha konforlu bir hayatı vadetme ve bütün bu girişimlerin sonucunda daha fazla para kazanma hırsı maalesef dünyanın, âdeta yağmalanmasıyla sonuçlandı. İnsan denizi doldurup sınırlarını sular aleyhine genişletme, ırmakların yatağını değiştirme, gölleri kurutma, dağları delme, arşa yükselen binaları dikme hatta akıllı evler inşa etme gücüne kavuştu. Kanunları yeniden düzenleme ve tamahın lehine değiştirme gücünü ise çoktan keşfetmişti. Ancak tabiatın değişmeyen kanunları vardı ve aslında merhamet sahibiydi Tanrı ve onun kurduğu tabiat. Bu kanunları insanoğluna, yakarak kuraklıkla, coşarak sellerle, eserek tufanlarla, sarsarak depremlerle sık sık hatırlattı. Ders çıkarmayan ise azgın nefslerimizdi. Doldurduğumuz deniz dalgalarıyla gelip işgal ettiğimiz yerleri sulara gömerek kendi sınırlarına dayandı kaç kez, ırmaklar inatla eski yataklarına doğru sel olup yürüdü ve inşa ettiğimiz her şeyi deryaların ciğerine doldurdu, göllerse utancın yer altına sızdılar. Depremler mi? Bilimin, mühendisliğin değil gecekondu zihniyetinin inşa ettiği yapıları ve müteahhit hırsına teslim olan şehirlerimizde fay hatlarına meydan okuyarak arşa yükselen kibirli binaları yer ile yeksan etti… Hendeseden bihaber çıktığımız kaçak katların yere kapaklanması ve burnu üstüne devrilen kibirli binalar, aslında bu haris zihniyetin artık tabiatın kurallarına diz çökmesinden başka bir şey değil. Bütün bunların üstesinden gelmek mümkün. Fay hatlarını biliyorsak şehirlerimizi güvenli bölgelerde inşa etmeli, zemin kaç kata müsaade ediyorsa binaları ona göre yükseltmeli, mühendisliğimizi gözden geçirmeliyiz. İnsanlarımızı kısa sürede yeniden o bölgeye yerleştirmeliyiz. Elbette güven içinde oturacakları depreme dayanıklı konutlar inşa ederek…
Milletimizin başı sağ olsun! Allah beterinden korusun…
İmdat Avşar
Genel Yayın Yönetmeni