Bu kitapta; Osmanlı’dan başlayarak Türkiye’de demokrasinin hangi siyasal düşünce ve olayların katkısıyla nasıl bir gelişme seyri izlediği incelenmiştir. Bu kapsamda: Osmanlı İmparatorluğu’nda demokrasi yönündeki hareketler ile Türkiye’de, Milli Mücadele (Kurtuluş Savaşı) döneminde; Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin nasıl yapıldığı ve hangi kararların alındığı; TBMM’nin açılması ve Cumhuriyetin ilan edilmesi gibi demokratik kurumların ülkemize nasıl kazandırıldığı, Tek Parti dönemi, çok partili yaşama nasıl geçildiği, Demokrat Parti dönemi, demokrasiyi kesintiye uğratan askeri darbeler, darbe girişimleri, Türkiye’de demokrasinin gelişimini engelleyen etkenler, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dönemi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, detaylı olarak incelenmiştir.
Kitabın son (beşinci) bölümünde ise, demokrasinin nasıl bir yönetim biçimi olduğu ve temel ilkelerinin neler olduğu açıklanmıştır. Tarihsel olarak bu güne kadar var olmuş yönetim biçimlerine bakıldığında, insanlığın ulaştığı en iyi yönetim biçiminin demokrasi olduğu, demokraside yönetim, yönetilenlerin rızasına dayandığı, Oysa demokrasi dışındaki yönetim biçimleri baskıya dayalı yönetimler olduğu anlaşılmaktadır. İnsanlar, tarihi süreç içerisinde, krallık, imparatorluk, sultan vb. gibi mutlak monarşilerin baskıya-şiddete dayalı yönetimlerinden kurtulmak, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik yönetimler kurmak uğruna büyük mücadeleler vermiştir. Bu uğurda verilen mücadelelere örnek olarak, Fransız halkının krallığa (mutlak monarşiye-feodal rejime) karşı verdiği mücadeleler (1789 Devrimi) ve komünist rejimler altında yaşayan halkların 1991’de Sovyetler Birliği’ne ve diğer komünist rejimlere karşı verdiği bağımsızlık mücadeleleri gösterilebilir.
Buna rağmen, bugün demokrasi ile yönetildiği kabul edilen ülkelerden çok azı gelişmiş bir demokrasiye sahiptir. Bunun başlıca nedeni, demokrasilerde çoğunluğun iktidarının, uygulamada çoğunluğun sultasına-zorbalığına-diktatörlüğüne dönüşebilme tehlikesidir. Eğer çoğunluğun iktidarı sınırlandırılmaz ise, çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşebilir, azınlığı-muhalefeti, hatta demokrasiyi ortadan kaldırabilir. Bu tehlikeye karşı ‘kuvvetler ayrığı’ ve ‘çoğulculuk’ ilkeleri geliştirilerek, çoğunluğun iktidarının, çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşmesi engellemek istenmiştir. Buna rağmen anayasalarda, yürütme erki geniş yetkilerle donatılıp, yasama ve yargı erkleri üzerinde yürütmenin üstünlüğü sağlanmak suretiyle, çoğunluğun zorbalığa-diktatörlüğe dönüşmesinin yolu açılmış olmakta, dolayısıyla da demokrasiden uzaklaşılarak, Kusurlu demokrasi ya da Otoriter rejimler ortaya çıkmaktadır.
Türkiye, çok partili yaşama geçtiği 1945’den itibaren 76 yıllık demokrasi deneyimine rağmen gelişmiş bir demokrasiye ulaşamadı. Bu çalışmadaki amacım, bu konuda okuyucuya faydalı olabilmek ve ülkemizde demokrasinin gelişmesine ve demokrasi kültürünün yaygınlaşmasına az da olsa bir katkı sağlayabilmektir.
Bu kitapta; Osmanlı’dan başlayarak Türkiye’de demokrasinin hangi siyasal düşünce ve olayların katkısıyla nasıl bir gelişme seyri izlediği incelenmiştir. Bu kapsamda: Osmanlı İmparatorluğu’nda demokrasi yönündeki hareketler ile Türkiye’de, Milli Mücadele (Kurtuluş Savaşı) döneminde; Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin nasıl yapıldığı ve hangi kararların alındığı; TBMM’nin açılması ve Cumhuriyetin ilan edilmesi gibi demokratik kurumların ülkemize nasıl kazandırıldığı, Tek Parti dönemi, çok partili yaşama nasıl geçildiği, Demokrat Parti dönemi, demokrasiyi kesintiye uğratan askeri darbeler, darbe girişimleri, Türkiye’de demokrasinin gelişimini engelleyen etkenler, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dönemi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, detaylı olarak incelenmiştir.
Kitabın son (beşinci) bölümünde ise, demokrasinin nasıl bir yönetim biçimi olduğu ve temel ilkelerinin neler olduğu açıklanmıştır. Tarihsel olarak bu güne kadar var olmuş yönetim biçimlerine bakıldığında, insanlığın ulaştığı en iyi yönetim biçiminin demokrasi olduğu, demokraside yönetim, yönetilenlerin rızasına dayandığı, Oysa demokrasi dışındaki yönetim biçimleri baskıya dayalı yönetimler olduğu anlaşılmaktadır. İnsanlar, tarihi süreç içerisinde, krallık, imparatorluk, sultan vb. gibi mutlak monarşilerin baskıya-şiddete dayalı yönetimlerinden kurtulmak, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik yönetimler kurmak uğruna büyük mücadeleler vermiştir. Bu uğurda verilen mücadelelere örnek olarak, Fransız halkının krallığa (mutlak monarşiye-feodal rejime) karşı verdiği mücadeleler (1789 Devrimi) ve komünist rejimler altında yaşayan halkların 1991’de Sovyetler Birliği’ne ve diğer komünist rejimlere karşı verdiği bağımsızlık mücadeleleri gösterilebilir.
Buna rağmen, bugün demokrasi ile yönetildiği kabul edilen ülkelerden çok azı gelişmiş bir demokrasiye sahiptir. Bunun başlıca nedeni, demokrasilerde çoğunluğun iktidarının, uygulamada çoğunluğun sultasına-zorbalığına-diktatörlüğüne dönüşebilme tehlikesidir. Eğer çoğunluğun iktidarı sınırlandırılmaz ise, çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşebilir, azınlığı-muhalefeti, hatta demokrasiyi ortadan kaldırabilir. Bu tehlikeye karşı ‘kuvvetler ayrığı’ ve ‘çoğulculuk’ ilkeleri geliştirilerek, çoğunluğun iktidarının, çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşmesi engellemek istenmiştir. Buna rağmen anayasalarda, yürütme erki geniş yetkilerle donatılıp, yasama ve yargı erkleri üzerinde yürütmenin üstünlüğü sağlanmak suretiyle, çoğunluğun zorbalığa-diktatörlüğe dönüşmesinin yolu açılmış olmakta, dolayısıyla da demokrasiden uzaklaşılarak, Kusurlu demokrasi ya da Otoriter rejimler ortaya çıkmaktadır.
Türkiye, çok partili yaşama geçtiği 1945’den itibaren 76 yıllık demokrasi deneyimine rağmen gelişmiş bir demokrasiye ulaşamadı. Bu çalışmadaki amacım, bu konuda okuyucuya faydalı olabilmek ve ülkemizde demokrasinin gelişmesine ve demokrasi kültürünün yaygınlaşmasına az da olsa bir katkı sağlayabilmektir.