Jack London’ın son kitaplarından biri olan Üç Kalp, ölümünden dört yıl sonra 1920’de New York Journal’da yayımlandı. Üç Kalp, Jack London’ın kıvrak üslubuyla kaleme aldığı aksiyon dolu bir macera romanıdır.
Richard Henry Morgan’ın vârisi, New Yorklu zengin bir genç olan Francis Morgan; borsadan ve yoğun iş yaşamından sıkılmıştır. Bir gün, vefatının ardından kimsenin bulamadığı köklü bir servet bırakan büyükbabasının kaybolan hazinesini aramak için Panama’ya gitmeye karar verir. Bu yola çıktığında, uzun süredir kayıp kuzeni Henry Morgan ile tanışır. Her iki adam da aynı kadına, Leoncia Solano’ya âşık olur ve üçü hazineyi bulmak için birlikte macera dolu bir serüvene atılırlar. Bu arada, New York’ta, kurnaz bir düşman, Morgan’ın servetini yok etmek için uğraşmaktadır. Francis, bunu engellemek ve ailesinin servetini kurtarmak için zamanında bu yolculuktan geri dönmelidir. Bu ekip, tehlikeli maceralara atılacak, bilinmeyen toprakları keşfedecek, tehlikeyle burun buruna gelecek ama en nihayetinde aşkı da bulacaklardır.
İki Kızılderili kız, uzun süre bulundukları yerde oyalandılar. Çünkü artık suya hiçbir şey atmama konusunda aralarında anlaşmışlardı ve eğer bir şey çıkacak olursa bunun sadece tesadüften ibaret olduğunu ispatlanacaktı. Ama hiçbir şey ortaya çıkmayacak olursa onlar tarafından da bir şey suya atılmadığından, sihrin gerçekten de kendileri tarafından gerçekleştirildiği sonucuna varacaklardı. Gözlerine karanlık çökene kadar, bulundukları yerde saklanmaya devam ederek suyu izlediler ve sonunda yavaş yavaş ve ağırbaşlı bir tavırla, tanrılar tarafından kutsanmış olmanın farkına vararak köylerinin yolunu tuttular.
Jack London’ın son kitaplarından biri olan Üç Kalp, ölümünden dört yıl sonra 1920’de New York Journal’da yayımlandı. Üç Kalp, Jack London’ın kıvrak üslubuyla kaleme aldığı aksiyon dolu bir macera romanıdır.
Richard Henry Morgan’ın vârisi, New Yorklu zengin bir genç olan Francis Morgan; borsadan ve yoğun iş yaşamından sıkılmıştır. Bir gün, vefatının ardından kimsenin bulamadığı köklü bir servet bırakan büyükbabasının kaybolan hazinesini aramak için Panama’ya gitmeye karar verir. Bu yola çıktığında, uzun süredir kayıp kuzeni Henry Morgan ile tanışır. Her iki adam da aynı kadına, Leoncia Solano’ya âşık olur ve üçü hazineyi bulmak için birlikte macera dolu bir serüvene atılırlar. Bu arada, New York’ta, kurnaz bir düşman, Morgan’ın servetini yok etmek için uğraşmaktadır. Francis, bunu engellemek ve ailesinin servetini kurtarmak için zamanında bu yolculuktan geri dönmelidir. Bu ekip, tehlikeli maceralara atılacak, bilinmeyen toprakları keşfedecek, tehlikeyle burun buruna gelecek ama en nihayetinde aşkı da bulacaklardır.
İki Kızılderili kız, uzun süre bulundukları yerde oyalandılar. Çünkü artık suya hiçbir şey atmama konusunda aralarında anlaşmışlardı ve eğer bir şey çıkacak olursa bunun sadece tesadüften ibaret olduğunu ispatlanacaktı. Ama hiçbir şey ortaya çıkmayacak olursa onlar tarafından da bir şey suya atılmadığından, sihrin gerçekten de kendileri tarafından gerçekleştirildiği sonucuna varacaklardı. Gözlerine karanlık çökene kadar, bulundukları yerde saklanmaya devam ederek suyu izlediler ve sonunda yavaş yavaş ve ağırbaşlı bir tavırla, tanrılar tarafından kutsanmış olmanın farkına vararak köylerinin yolunu tuttular.