"Bir gün, bir ağaç dibinde güzel bir döşek yapmıştım. At yorulmuş, bense bitmiştim. Hemen ekmeğimi biraz suyla boğazımdan ittim ve arkasından ikindi namazımı kıldım. İçim geçmiş, uykunun derinliklerine kaymışım. Bir baktım ki, bir cami önündeyim. Kapıları açıldı, beni buyur etmek için, içeriden dışarıya nurlar saçıldı. Usulca eşiği atladım. Cemaat saf tutmuş, hemen onlarla sabah namazımın sünnetini kıldım. Salavat-ı şerifleri okunurken bir köşeye büzülüp huşu ile dinlemeye başladım. O esnada çevremde misk kokuları yayıldığını hissedince, yanımdakilere camiye girenlerin kim olduklarını sordum. Meğer Peygamberimizin aziz ruhları ve din büyüklerimizin soyut varlığı benimle birlikteymiş. Az sonra sıkıntıya düşen Anadolu Müslümanlarına yardım için Peygamber Efendimiz ve dostları sabah namazını kılacaklarmış. İçeriye nur girdiğinde öyle şaşırmıştım ki, önüne gittim, başım önümde, Peygamberimize korkuyla karışık saygı içinde "Şefaat yâ Resulallah!" diyecektim ki, "Seyahat yâ Resulallah!" deyivermişim. Nasıl olduysa dilim sürçmüş, yanlış bir dilekte bulunmuştum. Efendimiz, şefaatimin sağlıklı ve kolay seyahat olmasını Allah’tan niyaz ettiğinde, bunun gerçekleşeceğini tahmin etmemiştim. Cemaat bir ağızdan âmin dediler, birlikte Fatiha okuduk. Ellerini öperken Fatihalar tekrarlandı. Bu mübarek insanlar, beni alnımdan öpüp giderlerken arkalarından bakakalmışım. Derken gözümü açtım. Binbir zorluklar ayağa dikildim, eşyamı topladım. Atıma doğru yürürken birden yol gözümde büyüdü. Nasıl oldu bilmem, ağzımdan "Ah Allahım, şu kuşlar gibi uçabilsem!" diye bir cümle çıktı. Kuşun kanatlarını çırpışı, kâh yükselip kâh alçalarak istediği yere uçuşu vardı ki, içim gitti. Biraz gittik, karşımıza bir kafile çıktı. Epey kalabalık bir cemaatti. Evvelâ giysileri tuhafıma gitti. Başlarında ne sarık vardı, ne şapka. Şalvar da giymemişlerdi. İnce kaftanları da yoktu. Hanımlı beyli bir gruptular. Garibime gitti. Ne sırtlarında çıkın taşıyorlardı, ne de atlarının yanlarında denkleri vardı. Kollarında veya sırtlarında veya peşisıra sürükledikleri dört köşe torbaları vardı... Meğer onlar da seyyah imişler, uzak diyarlara gidiyorlarmış. Hele iki hanım vardı ki, onlara çok şaştım. Beni aralarına aldılar, "uçak" dedikleri alete binip kuşlar gibi uzaklara uçacakmışız!... Sizler de yolculuk yapacak olursanız, mutlaka bu insanları bulun da bunların anlattıkları şekilde uzak yollara uçarak gidin. Yoksa atla gitmek gerçekten zor oluyor. İşte yol boyunca onların anlattıkları! Bismillahirrahmanirrahim!"
"Bir gün, bir ağaç dibinde güzel bir döşek yapmıştım. At yorulmuş, bense bitmiştim. Hemen ekmeğimi biraz suyla boğazımdan ittim ve arkasından ikindi namazımı kıldım. İçim geçmiş, uykunun derinliklerine kaymışım. Bir baktım ki, bir cami önündeyim. Kapıları açıldı, beni buyur etmek için, içeriden dışarıya nurlar saçıldı. Usulca eşiği atladım. Cemaat saf tutmuş, hemen onlarla sabah namazımın sünnetini kıldım. Salavat-ı şerifleri okunurken bir köşeye büzülüp huşu ile dinlemeye başladım. O esnada çevremde misk kokuları yayıldığını hissedince, yanımdakilere camiye girenlerin kim olduklarını sordum. Meğer Peygamberimizin aziz ruhları ve din büyüklerimizin soyut varlığı benimle birlikteymiş. Az sonra sıkıntıya düşen Anadolu Müslümanlarına yardım için Peygamber Efendimiz ve dostları sabah namazını kılacaklarmış. İçeriye nur girdiğinde öyle şaşırmıştım ki, önüne gittim, başım önümde, Peygamberimize korkuyla karışık saygı içinde "Şefaat yâ Resulallah!" diyecektim ki, "Seyahat yâ Resulallah!" deyivermişim. Nasıl olduysa dilim sürçmüş, yanlış bir dilekte bulunmuştum. Efendimiz, şefaatimin sağlıklı ve kolay seyahat olmasını Allah’tan niyaz ettiğinde, bunun gerçekleşeceğini tahmin etmemiştim. Cemaat bir ağızdan âmin dediler, birlikte Fatiha okuduk. Ellerini öperken Fatihalar tekrarlandı. Bu mübarek insanlar, beni alnımdan öpüp giderlerken arkalarından bakakalmışım. Derken gözümü açtım. Binbir zorluklar ayağa dikildim, eşyamı topladım. Atıma doğru yürürken birden yol gözümde büyüdü. Nasıl oldu bilmem, ağzımdan "Ah Allahım, şu kuşlar gibi uçabilsem!" diye bir cümle çıktı. Kuşun kanatlarını çırpışı, kâh yükselip kâh alçalarak istediği yere uçuşu vardı ki, içim gitti. Biraz gittik, karşımıza bir kafile çıktı. Epey kalabalık bir cemaatti. Evvelâ giysileri tuhafıma gitti. Başlarında ne sarık vardı, ne şapka. Şalvar da giymemişlerdi. İnce kaftanları da yoktu. Hanımlı beyli bir gruptular. Garibime gitti. Ne sırtlarında çıkın taşıyorlardı, ne de atlarının yanlarında denkleri vardı. Kollarında veya sırtlarında veya peşisıra sürükledikleri dört köşe torbaları vardı... Meğer onlar da seyyah imişler, uzak diyarlara gidiyorlarmış. Hele iki hanım vardı ki, onlara çok şaştım. Beni aralarına aldılar, "uçak" dedikleri alete binip kuşlar gibi uzaklara uçacakmışız!... Sizler de yolculuk yapacak olursanız, mutlaka bu insanları bulun da bunların anlattıkları şekilde uzak yollara uçarak gidin. Yoksa atla gitmek gerçekten zor oluyor. İşte yol boyunca onların anlattıkları! Bismillahirrahmanirrahim!"