Tarihimizi bilip ona sahip çıkmamız, modern dünyadaki konumumuzun güçlenmesi açısından son derece önemlidir. Çünkü toplumları millet yapan en önemli unsurlardan birisi de ortak geçmişe ve birlikteliğe sahip olmasıdır. Tarih, kendisinden ders çıkarıldığı sürece değerlidir. Aksi halde kaynak eserlerde kalan bazı hikâyelerden öteye gidemeyecektir. Diğer yandan tarihimize ve soyumuza sahip çıkıp bilmemiz ne kadar gerekliyse tarihimizi gereksiz yere abartıp içinde bulunduğumuz çağın gelişmelerine kayıtsız kalmamız da o kadar yersizdir.
Türk milletinin ve soyunun ortaya çıkışı konusu yüzlerce yıldır merak edilen bir konu olmuştur. Günümüzde, yeryüzünde ayak basmadık yer bırakmayan Türkler, tarih boyunca birçok kıtada hüküm sürmüş, devletler kurmuş, medeniyetler inşa etmiş ve nihayet insanlığın gelişmesine öncülük etmişlerdir. Oysa ilk atalarımızın ortaya çıkışları hakkında tarih boyunca birçok rivâyetler, efsaneler ve bilimsel araştırmalar yapılmış olmasına rağmen bu konuda henüz kesin bir yargıya varılamamıştır. Elinizdeki bu kitap, Türklerin kitap hâline getirilmiş en eski yazılı kaynağı Divân-u Lugâti’t-Türk’ten yüzlerce yıl öncesine ait olan bir kaynak olup Türklerin ilk ortaya çıkışlarını doğrudan anlatan bir efsaneye dayanmaktadır
Türk asıllı Aybek Devâdârî’nin kısaca Kendzu’d-Durer ve Dureru’t-Tîcân olarak bilinen iki ayrı eserinde geçen söz konusu efsane, günümüze kadar hiçbir tarihi kaynakta bağımsız bir eser şeklinde tespit edilememiştir. Aybek Devâdârî de efsaneyi ayrı bir kitap hâline getirmemiş, eserlerinde tarihi olayları anlatırken söz Tatarlardan ve Türklerden açılınca yeri gelmişken aktarmıştır. Türklerin yatarılışıyla ilgili söz konusu efsanenin aslında Türkçe yazıldığını ve daha sonra Farsçaya tercüme edildiğini, bir süre sonra da Farsçadan Arapçaya tercüme edildiğini yine Aybek Devâdârî’nin kendi ifadelerinden öğrenmekteyiz.
Tarihimizi bilip ona sahip çıkmamız, modern dünyadaki konumumuzun güçlenmesi açısından son derece önemlidir. Çünkü toplumları millet yapan en önemli unsurlardan birisi de ortak geçmişe ve birlikteliğe sahip olmasıdır. Tarih, kendisinden ders çıkarıldığı sürece değerlidir. Aksi halde kaynak eserlerde kalan bazı hikâyelerden öteye gidemeyecektir. Diğer yandan tarihimize ve soyumuza sahip çıkıp bilmemiz ne kadar gerekliyse tarihimizi gereksiz yere abartıp içinde bulunduğumuz çağın gelişmelerine kayıtsız kalmamız da o kadar yersizdir.
Türk milletinin ve soyunun ortaya çıkışı konusu yüzlerce yıldır merak edilen bir konu olmuştur. Günümüzde, yeryüzünde ayak basmadık yer bırakmayan Türkler, tarih boyunca birçok kıtada hüküm sürmüş, devletler kurmuş, medeniyetler inşa etmiş ve nihayet insanlığın gelişmesine öncülük etmişlerdir. Oysa ilk atalarımızın ortaya çıkışları hakkında tarih boyunca birçok rivâyetler, efsaneler ve bilimsel araştırmalar yapılmış olmasına rağmen bu konuda henüz kesin bir yargıya varılamamıştır. Elinizdeki bu kitap, Türklerin kitap hâline getirilmiş en eski yazılı kaynağı Divân-u Lugâti’t-Türk’ten yüzlerce yıl öncesine ait olan bir kaynak olup Türklerin ilk ortaya çıkışlarını doğrudan anlatan bir efsaneye dayanmaktadır
Türk asıllı Aybek Devâdârî’nin kısaca Kendzu’d-Durer ve Dureru’t-Tîcân olarak bilinen iki ayrı eserinde geçen söz konusu efsane, günümüze kadar hiçbir tarihi kaynakta bağımsız bir eser şeklinde tespit edilememiştir. Aybek Devâdârî de efsaneyi ayrı bir kitap hâline getirmemiş, eserlerinde tarihi olayları anlatırken söz Tatarlardan ve Türklerden açılınca yeri gelmişken aktarmıştır. Türklerin yatarılışıyla ilgili söz konusu efsanenin aslında Türkçe yazıldığını ve daha sonra Farsçaya tercüme edildiğini, bir süre sonra da Farsçadan Arapçaya tercüme edildiğini yine Aybek Devâdârî’nin kendi ifadelerinden öğrenmekteyiz.