Üniversite Özerkliği

Stok Kodu:
9786052644898
Boyut:
16x24
Sayfa Sayısı:
598
Baskı:
2
Basım Tarihi:
2023-10
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
1. Hamur
Kategori:
%10 indirimli
780,00TL
702,00TL
Taksitli fiyat: 9 x 85,80TL
KARGO BEDAVA
Temin süresi 2-5 gündür.
9786052644898
1309940
Üniversite Özerkliği
Üniversite Özerkliği
702.00

Ülkemiz yeni anayasa tartışmalarına başat bir tartışmaya daha tanıklık etmektedir. Bu tartışmalar yeni bir yükseköğretim yasasının gerekliliği noktasına odaklanmıştır. 2547 sayılı yasa değişim taleplerine karşı belki anayasadan daha dirençli çıkmıştır. Bunun farklı nedenleri olabilir. Ancak akademi dünyasından kaynaklanan farklı özellikler de bunda etkili olmuştur. Bilhassa akademik statülere ilişkin geleceğe dönük öngörünün yeterince açık olmaması adı konmayan bir ayak diremeyi de beraberinde getirmektedir. Bununla beraber 2547 sayılı yasanın Ülkemize bilim alanında kazandırdıklarını da unutmamak, en azından bir değerlendirmeye tabi tutmak hakkaniyetin bir gereğidir. Buna karşılık üniversiteleri sadece akademisyenlerin egemen oldukları bir alan olarak hayal etmek Türkiye deneyimine uygun değildir. Gerçek şu ki bilim özgürlüğü ve bilime katkı sunanların takdir edildiği bir sisteme gereksinim vardır. Mevcut durum bu konuda beklentilere yeterince cevap verememektedir.

Mevcut durumun alternatifi ne olmalıdır? Yine kendi Ülkemizin tarihi ve sosyolojik deneyimlerini de göz ardı etmeden konuya dürüst bir cevap vermek gerekmektedir. Üniversite yönetiminde siyasi temsil salt egemenlik gerekçesine dayandırılıp meşrulaştırılsa bile Ülkemizi bilim alanında daha ileri bir noktaya taşımakta bekleneni verebilir mi? Siyasete girme deneyimi yaşayanlar veya siyasetle artık ilgilenemeyecek olanların onurlandırıldığı bir yer midir üniversite? Bu soruyu baktığımız cepheye göre değişecek bir biçimde soyut olarak kendimize sormalıyız. Kendimize bir başka soruyu daha sormalıyız: Türkiye’de yürütülen bilimsel araştırma projelerinin yüzde kaçlık kısmı vakıf yükseköğretim kurumlarınca desteklenmiştir?

Daha da önemlisi Türkiye’de yeni akademisyenlerin yetişmesine devlet üniversiteleri dışında gerçekte özel üniversite gibi davranan kurumlar ne ölçüde katkıda bulunmuşlardır? Sağlıklı bir üniversite sistemine geçmek için bu soruların bütün Türk toplumunun bilgisi ve gözü önünde tartışılması gerekmektedir. Dünya standartlarını yakalamış bir üniversite ile henüz kurullarını oluşturmamış üniversiteyi aynı statüde saymak bilhassa bütçe imkanları bağlamında yanlıştır.

Ciddi olarak öğrenci yetiştirmeye, insan kaynağı üretmeye çalışan üniversite ile sadece sertifika vermeyi görevi tamamlamak için yeterli sayan üniversite arasında mutlaka fark gözetilmelidir. Ülkemizde ne yazık ki merdiven altında lisansüstü eğitim verenler peydahlanmıştır. Ülkemizdeki üniversitelerin imajını zedeleyecek bu tür uygulamalar bile yeni bir üniversite yasasından beklenti içindedir. Oysa Ülkemizin çağ atlamaya basamak olacak yeni bir üniversite modeline ve bakış açısına ihtiyacı vardır. Eğer gerçekten üzerimize düşeni yapmak ve milletimize olan borcumuzu ödemek istiyorsak bu kaygıları en azından bilimsel olarak yadırgamamalıyız.

Ülkelerin farklı gelenekleri vardır. Bir ülkedeki başarılı üniversite modeli, başka bir ülkede başarısızlığa uğrayabilir. Unutmayalım ki, örnek alınan modeller aynı zamanda bilimsel özerkliğin ve bilimsel araştırmaların son derece ön planda olduğu ülkelerde bulunmaktadır. Üniversiteyi sadece piyasaya mal üreten kurum olarak gören anlayış bizi ömrümüz boyunca, araştırmaya odaklanan ülkelere telif hakkı ödemeye mahkum edebilir. Bilimsel araştırma ile yolu kesişmeyen üniversiteyi bu adla isimlendirmek mi daha uygundur? Yoksa başka bir isim mi bulmak gerekir? İşte bütün bu soruları sormamıza vesile olan değerli bir bilimsel çalışma elimizde bulunmaktadır. Dr. Bilge Bingöl’ün Ankara Üniversitesinde hazırladığı ve benim de jüri üyesi olarak katkıda bulunduğum elinizdeki çalışma yukarıdaki soruları “malumata” değil “bilimsel bilgiye” dayalı olarak cevaplamamızı kolaylaştırıcı etki yaratacaktır.

 

Ülkemiz yeni anayasa tartışmalarına başat bir tartışmaya daha tanıklık etmektedir. Bu tartışmalar yeni bir yükseköğretim yasasının gerekliliği noktasına odaklanmıştır. 2547 sayılı yasa değişim taleplerine karşı belki anayasadan daha dirençli çıkmıştır. Bunun farklı nedenleri olabilir. Ancak akademi dünyasından kaynaklanan farklı özellikler de bunda etkili olmuştur. Bilhassa akademik statülere ilişkin geleceğe dönük öngörünün yeterince açık olmaması adı konmayan bir ayak diremeyi de beraberinde getirmektedir. Bununla beraber 2547 sayılı yasanın Ülkemize bilim alanında kazandırdıklarını da unutmamak, en azından bir değerlendirmeye tabi tutmak hakkaniyetin bir gereğidir. Buna karşılık üniversiteleri sadece akademisyenlerin egemen oldukları bir alan olarak hayal etmek Türkiye deneyimine uygun değildir. Gerçek şu ki bilim özgürlüğü ve bilime katkı sunanların takdir edildiği bir sisteme gereksinim vardır. Mevcut durum bu konuda beklentilere yeterince cevap verememektedir.

Mevcut durumun alternatifi ne olmalıdır? Yine kendi Ülkemizin tarihi ve sosyolojik deneyimlerini de göz ardı etmeden konuya dürüst bir cevap vermek gerekmektedir. Üniversite yönetiminde siyasi temsil salt egemenlik gerekçesine dayandırılıp meşrulaştırılsa bile Ülkemizi bilim alanında daha ileri bir noktaya taşımakta bekleneni verebilir mi? Siyasete girme deneyimi yaşayanlar veya siyasetle artık ilgilenemeyecek olanların onurlandırıldığı bir yer midir üniversite? Bu soruyu baktığımız cepheye göre değişecek bir biçimde soyut olarak kendimize sormalıyız. Kendimize bir başka soruyu daha sormalıyız: Türkiye’de yürütülen bilimsel araştırma projelerinin yüzde kaçlık kısmı vakıf yükseköğretim kurumlarınca desteklenmiştir?

Daha da önemlisi Türkiye’de yeni akademisyenlerin yetişmesine devlet üniversiteleri dışında gerçekte özel üniversite gibi davranan kurumlar ne ölçüde katkıda bulunmuşlardır? Sağlıklı bir üniversite sistemine geçmek için bu soruların bütün Türk toplumunun bilgisi ve gözü önünde tartışılması gerekmektedir. Dünya standartlarını yakalamış bir üniversite ile henüz kurullarını oluşturmamış üniversiteyi aynı statüde saymak bilhassa bütçe imkanları bağlamında yanlıştır.

Ciddi olarak öğrenci yetiştirmeye, insan kaynağı üretmeye çalışan üniversite ile sadece sertifika vermeyi görevi tamamlamak için yeterli sayan üniversite arasında mutlaka fark gözetilmelidir. Ülkemizde ne yazık ki merdiven altında lisansüstü eğitim verenler peydahlanmıştır. Ülkemizdeki üniversitelerin imajını zedeleyecek bu tür uygulamalar bile yeni bir üniversite yasasından beklenti içindedir. Oysa Ülkemizin çağ atlamaya basamak olacak yeni bir üniversite modeline ve bakış açısına ihtiyacı vardır. Eğer gerçekten üzerimize düşeni yapmak ve milletimize olan borcumuzu ödemek istiyorsak bu kaygıları en azından bilimsel olarak yadırgamamalıyız.

Ülkelerin farklı gelenekleri vardır. Bir ülkedeki başarılı üniversite modeli, başka bir ülkede başarısızlığa uğrayabilir. Unutmayalım ki, örnek alınan modeller aynı zamanda bilimsel özerkliğin ve bilimsel araştırmaların son derece ön planda olduğu ülkelerde bulunmaktadır. Üniversiteyi sadece piyasaya mal üreten kurum olarak gören anlayış bizi ömrümüz boyunca, araştırmaya odaklanan ülkelere telif hakkı ödemeye mahkum edebilir. Bilimsel araştırma ile yolu kesişmeyen üniversiteyi bu adla isimlendirmek mi daha uygundur? Yoksa başka bir isim mi bulmak gerekir? İşte bütün bu soruları sormamıza vesile olan değerli bir bilimsel çalışma elimizde bulunmaktadır. Dr. Bilge Bingöl’ün Ankara Üniversitesinde hazırladığı ve benim de jüri üyesi olarak katkıda bulunduğum elinizdeki çalışma yukarıdaki soruları “malumata” değil “bilimsel bilgiye” dayalı olarak cevaplamamızı kolaylaştırıcı etki yaratacaktır.

 

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat