Pek eski yüzyıllardan beri uygulanan bir kural vardır: Her deniz yolculuğunda, gemilerde bir “seyir defteri” tutulur. Adına “gemi jurnalı” da denen, bizzat kaptanın ya da görevlendirdiği bir kişinin tuttuğu bu deftere yolculuk sırasında geçen belli başlı olaylar yazılır. Öylesine önemlidir ki bu defterler, deniz yolculuklarından başlayarak, geçmiş yüzyıllarla ilgili çok önemli bilgileri onların satırları arasında bulduğumuz olur.
Geminin serüveni “seyir defteri”ndedir.
Ya insanlığın serüveni? Tarihte!
Yüz binlerce yıl öncesinden başlıyor bu serüven: Önce insanın insanlaşması ve arkasından da gerçek anlamıyla uygarlığın doğuşu ve gelişmesi. İnsanın insanlaşması üstüne rakamlar pek eski dönemlere değin uzanıyor ve bir yerde, doğada canlıların evrimiyle ilgili halkalardan birine gidip takılıyor. Ama adına “uygarlık” dediğimiz olgu, taş çatlasa 5000 yıllık bir öykü.
Sayfalarını daha da yakından tanıdığımız bir öykü bu.
Ve neler yok ki onda!
Tarıma geçiş ve kentlerin doğuşu; kent-devlet uygarlığı; bir bakıma dinlerin ağır bastığı İlkçağ ve Ortaçağ; arkasından bilime ve felsefeye yeniden göz açışı insanlığın; aklın, karanlığın önüne dikilirken sanatın da insanı ve doğayı olduğu gibi bulması; “devrimler çağı”nın başlaması; “sonsuz büyük”ün bulunuşunu, “sonsuz küçük”ün izlemesi...
Hepsi de aklın ve zekânın fetihleri!
Pek eski yüzyıllardan beri uygulanan bir kural vardır: Her deniz yolculuğunda, gemilerde bir “seyir defteri” tutulur. Adına “gemi jurnalı” da denen, bizzat kaptanın ya da görevlendirdiği bir kişinin tuttuğu bu deftere yolculuk sırasında geçen belli başlı olaylar yazılır. Öylesine önemlidir ki bu defterler, deniz yolculuklarından başlayarak, geçmiş yüzyıllarla ilgili çok önemli bilgileri onların satırları arasında bulduğumuz olur.
Geminin serüveni “seyir defteri”ndedir.
Ya insanlığın serüveni? Tarihte!
Yüz binlerce yıl öncesinden başlıyor bu serüven: Önce insanın insanlaşması ve arkasından da gerçek anlamıyla uygarlığın doğuşu ve gelişmesi. İnsanın insanlaşması üstüne rakamlar pek eski dönemlere değin uzanıyor ve bir yerde, doğada canlıların evrimiyle ilgili halkalardan birine gidip takılıyor. Ama adına “uygarlık” dediğimiz olgu, taş çatlasa 5000 yıllık bir öykü.
Sayfalarını daha da yakından tanıdığımız bir öykü bu.
Ve neler yok ki onda!
Tarıma geçiş ve kentlerin doğuşu; kent-devlet uygarlığı; bir bakıma dinlerin ağır bastığı İlkçağ ve Ortaçağ; arkasından bilime ve felsefeye yeniden göz açışı insanlığın; aklın, karanlığın önüne dikilirken sanatın da insanı ve doğayı olduğu gibi bulması; “devrimler çağı”nın başlaması; “sonsuz büyük”ün bulunuşunu, “sonsuz küçük”ün izlemesi...
Hepsi de aklın ve zekânın fetihleri!