Bir yere odun yığıp büyük bir ateş yaktılar. O kadar büyük ki odunların bir ucundan bakıldığında, diğer ucundaki atlı görünmüyor ve ateşin ısısından kimse yanına yaklaşamıyordu. Gülü Han, Can Baba’ya “Derviş gel, ateşe gir; verdiğimiz sözde duruyoruz.” dedi. Can Baba “Beni size Anadolu erenlerinin başı Hâcı Bektaş Velî gönderdi. Onun izniyle geldim. Beni imtihan için önce kazanda kaynattınız. İkinci kez bu ateşi yaktınız. Şimdi bu keşiş sizin din büyüğünüzdür. Gelsin o da benimle birlikte ateşe girsin. Hangimizin dini kuvvetli ise o ateşten çıksın.” dedi. Gülü Han ve orada hazır olan beyler ve ulular hepsi ruhbanın yüzüne bakıp “Ey dinimizin ulusu, derviş seni ateşe girmen için davet ediyor, ne dersin?” dedi. Derviş onların yanında (karşı çıkmaya) utanıp “Girelim ne olacak?” dedi. Can Baba o keşişin elini tutup “Gel ateşe girelim.” dedi. Ateşe doğru yürüdüler. Keşiş “Ey gerçek er! Ben ne olacağımı biliyorum. Çocuklarım sana emanet.” dedi. Can Baba o ateşin içinde üç gün kaldı. Dördüncü gün ateş biraz azaldı. Gülü Han da adamlarıyla ateşe yaklaştı. Dervişin tek başına oturduğunu ve keşişin olmadığını gördüler. Gülü Han “Rahip nerede derviş?” dedi. Can Baba ateşten çıkıp avucunun içindeki ruhbanın parmaklarını Gülü Han’ın önüne bıraktı. “Bize elini verdi. Gönlünü vermedi. Gönlünü verseydi bir şey olmazdı.” dedi.
Milletlerin manevi kültür mirası içerisinde yer alan destan, efsane, hikâye, masal vb. gibi anonim edebî eserler, zaman içerisinde onları meydana getiren topluluklarının duygu, düşünce, hayal, inanç ve değerleriyle birlikte tarihin derinliklerinde kalmış örf, âdet, gelenek, görenek, yaşam biçimleri ve maddi kültür unsurları hakkındaki verileri günümüze taşımakta bellek görevini görürler. Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikten sonraki dönemlerde meydana getirdikleri ve halk arasında geniş yayılma sahası bulan evliya menâkıbnâme/velâyetnâmeleri de bu çerçevede değerlendirebileceğimiz eserler cümlesindendir. Türk-İslam dünyasında önemli bir yeri olan ve etkileri günümüze kadar ulaşan Hâcı Bektaş Velî; mutasavvıf, âlim ve Bektaşilik yolunun öncüsü olan tarihî bir şahsiyettir. Hâcı Bektaş Velî’nin hayatı, erkânı, kerâmetleri ve yolu üzerine müritleri tarafından bir araya getirilmiş menkabelerin toplamı olan bu eser, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nda yer alan menâkıbnâmeler içinde en tanınmış ve yaygın olanıdır. Hâcı Bektaş Velâyetnâmesi; Hâcı Bektaş’ın nesebi, doğumu, çocukluğu, Ahmed Yesevî ile münâsebeti, onun işaretiyle Anadolu’ya gelişinin anlatılmasıyla başlar. Daha sonra Hâcı Bektaş’ın Anadolu’ya geldikten sonraki hayatı, devrin diğer mutasavvıf ve ünlü şahsiyetleriyle olan münasebetleri, halîfelerinden bazılarının menkabelerinden seçmeler, vasiyetname ve ölümü ile devam eder. Yeni harfli orijinal metin ile günümüz Türkçesi metninin bir arada verildiği bu klasiği keyifle okuyacaksınız.
Bir yere odun yığıp büyük bir ateş yaktılar. O kadar büyük ki odunların bir ucundan bakıldığında, diğer ucundaki atlı görünmüyor ve ateşin ısısından kimse yanına yaklaşamıyordu. Gülü Han, Can Baba’ya “Derviş gel, ateşe gir; verdiğimiz sözde duruyoruz.” dedi. Can Baba “Beni size Anadolu erenlerinin başı Hâcı Bektaş Velî gönderdi. Onun izniyle geldim. Beni imtihan için önce kazanda kaynattınız. İkinci kez bu ateşi yaktınız. Şimdi bu keşiş sizin din büyüğünüzdür. Gelsin o da benimle birlikte ateşe girsin. Hangimizin dini kuvvetli ise o ateşten çıksın.” dedi. Gülü Han ve orada hazır olan beyler ve ulular hepsi ruhbanın yüzüne bakıp “Ey dinimizin ulusu, derviş seni ateşe girmen için davet ediyor, ne dersin?” dedi. Derviş onların yanında (karşı çıkmaya) utanıp “Girelim ne olacak?” dedi. Can Baba o keşişin elini tutup “Gel ateşe girelim.” dedi. Ateşe doğru yürüdüler. Keşiş “Ey gerçek er! Ben ne olacağımı biliyorum. Çocuklarım sana emanet.” dedi. Can Baba o ateşin içinde üç gün kaldı. Dördüncü gün ateş biraz azaldı. Gülü Han da adamlarıyla ateşe yaklaştı. Dervişin tek başına oturduğunu ve keşişin olmadığını gördüler. Gülü Han “Rahip nerede derviş?” dedi. Can Baba ateşten çıkıp avucunun içindeki ruhbanın parmaklarını Gülü Han’ın önüne bıraktı. “Bize elini verdi. Gönlünü vermedi. Gönlünü verseydi bir şey olmazdı.” dedi.
Milletlerin manevi kültür mirası içerisinde yer alan destan, efsane, hikâye, masal vb. gibi anonim edebî eserler, zaman içerisinde onları meydana getiren topluluklarının duygu, düşünce, hayal, inanç ve değerleriyle birlikte tarihin derinliklerinde kalmış örf, âdet, gelenek, görenek, yaşam biçimleri ve maddi kültür unsurları hakkındaki verileri günümüze taşımakta bellek görevini görürler. Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikten sonraki dönemlerde meydana getirdikleri ve halk arasında geniş yayılma sahası bulan evliya menâkıbnâme/velâyetnâmeleri de bu çerçevede değerlendirebileceğimiz eserler cümlesindendir. Türk-İslam dünyasında önemli bir yeri olan ve etkileri günümüze kadar ulaşan Hâcı Bektaş Velî; mutasavvıf, âlim ve Bektaşilik yolunun öncüsü olan tarihî bir şahsiyettir. Hâcı Bektaş Velî’nin hayatı, erkânı, kerâmetleri ve yolu üzerine müritleri tarafından bir araya getirilmiş menkabelerin toplamı olan bu eser, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nda yer alan menâkıbnâmeler içinde en tanınmış ve yaygın olanıdır. Hâcı Bektaş Velâyetnâmesi; Hâcı Bektaş’ın nesebi, doğumu, çocukluğu, Ahmed Yesevî ile münâsebeti, onun işaretiyle Anadolu’ya gelişinin anlatılmasıyla başlar. Daha sonra Hâcı Bektaş’ın Anadolu’ya geldikten sonraki hayatı, devrin diğer mutasavvıf ve ünlü şahsiyetleriyle olan münasebetleri, halîfelerinden bazılarının menkabelerinden seçmeler, vasiyetname ve ölümü ile devam eder. Yeni harfli orijinal metin ile günümüz Türkçesi metninin bir arada verildiği bu klasiği keyifle okuyacaksınız.