Herhangi bir hedefe ulaşmak için beyninizin hikâyeye ihtiyacı olduğunu biliyor muydunuz?
Bir hikâyenin tüm amacının gerçeklerden kaçış olduğuna inanma eğiliminde olmamızın nedeni, bir hikâyenin içinde kaybolmanın inanılmaz derecede iyi hissettirmesidir. İşyerinde, gerçek dünyada, gerçek şeyler yaptığımız zor bir günün ardından eve geliriz ve ne yaparız? Televizyonu açarız, bir film izlemeye başlarız ya da bir roman alırız çünkü kendimizden geçmek ve gerçekliğin sıkıntılarını geride bırakmak isteriz. Bu, zorlu ve yuvarlanıp gidilen dünyada önemli bir şey yapmanın hak edilmiş ödülüdür.
Hikâyenin yalnızca romanların, filmlerin ve televizyon dizilerinin alanı olduğunu düşünmeyi sevsek de beynimizin bilgiyi işlemesinin temel yolu, kendi hayatlarımızı görme biçimimizden yani hikâyeden geçer. Kendimizi yaşadığımız hikâyenin ana karakteri olarak görürüz. “Burada doğdum, şu okulda okudum, öğle yemeği yedim, biriyle tanıştım, parmağımı kestim...” Beynimizdeki düzenleme ilkesi bir hesap makinesine ya da grafiğe değil, anlatıya bağlıdır.
Lisa Cron, Ya Hikâye Ya Ölüm’de önce beynin bilgiyi nasıl işlediğini, anlatıya nasıl dönüştürdüğünü ve sonra hayatınız buna bağlıymış gibi onu nasıl koruduğunu inceleyerek hikâyenin gücünü size göstermek için yola çıkıyor.
Hikâyenin beynin temel düzenleme ilkesi olduğunu kabul ederek gerçek hedef kitlenizi nasıl bulacağınıza ve ardından onları ikna edebileceğiniz yolları nasıl keşfedeceğinize odaklanıyor. Son olarak, sizi adım adım kendi hikâyenizi yaratmaya götürüyor; bu öyle bir hikâye ki, harekete geçme çağrınızı siz söylediğiniz için değil, gerçekten harekete geçmek istedikleri için kabul etmelerini sağlıyor.
Herhangi bir hedefe ulaşmak için beyninizin hikâyeye ihtiyacı olduğunu biliyor muydunuz?
Bir hikâyenin tüm amacının gerçeklerden kaçış olduğuna inanma eğiliminde olmamızın nedeni, bir hikâyenin içinde kaybolmanın inanılmaz derecede iyi hissettirmesidir. İşyerinde, gerçek dünyada, gerçek şeyler yaptığımız zor bir günün ardından eve geliriz ve ne yaparız? Televizyonu açarız, bir film izlemeye başlarız ya da bir roman alırız çünkü kendimizden geçmek ve gerçekliğin sıkıntılarını geride bırakmak isteriz. Bu, zorlu ve yuvarlanıp gidilen dünyada önemli bir şey yapmanın hak edilmiş ödülüdür.
Hikâyenin yalnızca romanların, filmlerin ve televizyon dizilerinin alanı olduğunu düşünmeyi sevsek de beynimizin bilgiyi işlemesinin temel yolu, kendi hayatlarımızı görme biçimimizden yani hikâyeden geçer. Kendimizi yaşadığımız hikâyenin ana karakteri olarak görürüz. “Burada doğdum, şu okulda okudum, öğle yemeği yedim, biriyle tanıştım, parmağımı kestim...” Beynimizdeki düzenleme ilkesi bir hesap makinesine ya da grafiğe değil, anlatıya bağlıdır.
Lisa Cron, Ya Hikâye Ya Ölüm’de önce beynin bilgiyi nasıl işlediğini, anlatıya nasıl dönüştürdüğünü ve sonra hayatınız buna bağlıymış gibi onu nasıl koruduğunu inceleyerek hikâyenin gücünü size göstermek için yola çıkıyor.
Hikâyenin beynin temel düzenleme ilkesi olduğunu kabul ederek gerçek hedef kitlenizi nasıl bulacağınıza ve ardından onları ikna edebileceğiniz yolları nasıl keşfedeceğinize odaklanıyor. Son olarak, sizi adım adım kendi hikâyenizi yaratmaya götürüyor; bu öyle bir hikâye ki, harekete geçme çağrınızı siz söylediğiniz için değil, gerçekten harekete geçmek istedikleri için kabul etmelerini sağlıyor.