Ercan Çağlayan’ın bir yandan “yakın mercekli” olarak tanımlayabileceğimiz bir gözlemden, diğer yandan da “bağlantılı tarih” perspektifinden yola çıkarak sunduğu Kemalist Türkiye ve Pehlevi İran araştırması, her iki rejim arasında bu önemli farklılıklara rağmen bir dizi alanda önemli bazı devamlılıkların ve benzerliklerin de olduğunu göstermektedir: “İstila”dan kurtarılması gereken dil ve dil politikaları, millileştirilmesi gereken din ve dinler/ mezhepler arası eşitliği dıştalayan sekülarizm, erillikle belirlenen tarih ve coğrafya okuması ve bir uluslaşma/devletleşme kurumu olarak askerlik, “milli” medeniyetin en bariz göstergesi olan “asrî” ve “güzel” kadın imgesi, “gardrob medeniliği”, milli coğrafya tahayyülünün ulaşım stratejileriyle rasyonelleştirilmesi ve derinleştirilmesi, yer isimlerinin değiştirilmesiyle “millileştirilmesi”, Fars ve Türk olmayan grupların asimilasyonu, büyük ölçüde başarısız kalmakla birlikte oldukça radikal bir boyut taşıyan nüfus ve iskân siyasetleri, Batı hukukunun “ithali”, bilim ve kültür politikaları, müzeler sayesinde millileştirilen mekân ve zaman, ırk kategorileri...
Çağlayan’ın sunduğu bu çok-boyutlu ansiklopedik ve analitik okuma, literatürde ciddi bir boşluğu doldurmakta ve Semih Vaner’in konu üzerine otuz yıl önce derlediği bir çalışmadan sonra,1 iki ülke arasındaki karşılaştırmalı yaklaşımların ne kadar bereketli olabileceğini göstermektedir
Hamit Bozarslan
Ercan Çağlayan’ın bir yandan “yakın mercekli” olarak tanımlayabileceğimiz bir gözlemden, diğer yandan da “bağlantılı tarih” perspektifinden yola çıkarak sunduğu Kemalist Türkiye ve Pehlevi İran araştırması, her iki rejim arasında bu önemli farklılıklara rağmen bir dizi alanda önemli bazı devamlılıkların ve benzerliklerin de olduğunu göstermektedir: “İstila”dan kurtarılması gereken dil ve dil politikaları, millileştirilmesi gereken din ve dinler/ mezhepler arası eşitliği dıştalayan sekülarizm, erillikle belirlenen tarih ve coğrafya okuması ve bir uluslaşma/devletleşme kurumu olarak askerlik, “milli” medeniyetin en bariz göstergesi olan “asrî” ve “güzel” kadın imgesi, “gardrob medeniliği”, milli coğrafya tahayyülünün ulaşım stratejileriyle rasyonelleştirilmesi ve derinleştirilmesi, yer isimlerinin değiştirilmesiyle “millileştirilmesi”, Fars ve Türk olmayan grupların asimilasyonu, büyük ölçüde başarısız kalmakla birlikte oldukça radikal bir boyut taşıyan nüfus ve iskân siyasetleri, Batı hukukunun “ithali”, bilim ve kültür politikaları, müzeler sayesinde millileştirilen mekân ve zaman, ırk kategorileri...
Çağlayan’ın sunduğu bu çok-boyutlu ansiklopedik ve analitik okuma, literatürde ciddi bir boşluğu doldurmakta ve Semih Vaner’in konu üzerine otuz yıl önce derlediği bir çalışmadan sonra,1 iki ülke arasındaki karşılaştırmalı yaklaşımların ne kadar bereketli olabileceğini göstermektedir
Hamit Bozarslan