"İnsanın insanı ezmesinin temelinde açlık ve sömürü varsa, açlığın ve sömürünün temelinde de insanın insanı ezmesi vardı. Bunu yok etmek, bu döngüden çıkmaya bağlıydı. İnsan insana değil de bu döngüye egemen olsa, yeryüzü acıların yüzü olmaktan çıkardı. İşe değip ekmeğe değmeyen eller öncelikle bunun için kenetlenmeli ve bunun için yüreklerini birbirine vermeliydiler."Seksen kuşağı ve sonrasında yetişenler için altmışlı yetmişli yıllar birer karanlıktan, bilinmeyenden, yalan yapılan söylentilerden ibarettir. O günlerde neler yaşandı? Adım adım darbeye giden yolda Türkiye 12 Eylül’lere kimler tarafından, nasıl sürüklendi. Cuntayla amaçlanan asıl niyetler nelerdi? 12 Eylül sabahı nasıl bir Türkiye’ye uyandık ve bugünkü Türkiye’nin temelleri ne zaman, nasıl atıldı? Gencecik fidanlar daha tomurcuğa durmadan niçin darağaçlarında sallandırıldılar; delikanlıca ölüme meydan okumak, yoksa yere düşen tohumların cellatlarının boynuna attığı ilmekler miydi?İşte Asım Gönen, "Yalancı Baharın Çiçekleri"nde bu ve bunun gibi kafamızda dönen, henüz cevabı verilmemiş birçok soruya ışık tutuyor; bilinmeyenleri, dönemi yaşayan sosyalist gerçekçi bir şair/yazar olarak, ilerici aydın duyarlılığı ve sorumluluğuyla panoramik, şiirsel bir anlatımla bilince taşıyor.Romanın başkahramanı Yusuf’un, geldiği feodal kültür temelli ilkel dinsel inançlarını diyalektik tarihsel materyalist yöntemle çözümlemesi, aşması, kendi doğrularına ulaşması, sorgulayıcı kişiliği; inançlarındaki kararlı tutumu ile ülkesi ve halkı için gecesini gündüzüne katarak siyasî örgütlenme çalışmalarında başı çekmesi, halkı bilinçlendirme çabaları, yaşadığı güçlükler, ödediği bedeller okur için döneme farklı bir pencereden bakma olanağı sunuyor."Yalancı Baharın Çiçekleri"ni okurken bozkırda çoban, Maraş’ta halk, Sivas’ta Nesimi, her Cumartesi güvercin donuna girmiş oğlunu arayan, faillerini ve sistemi sorgulayan çaresiz anne, darağacında Deniz’siniz. Acıları ve sevinçleri birlikte yaşıyor, birlikte üretip birlikte tüketiyorsunuz. Bazen de bir dere kenarında bülbül sesleri eşliğinde dostlarınızla şiirler okuyup Türküler söylüyorsunuz. Kolektif yaşamı, Anadolu insanının sıcaklığını tadıyorsunuz.
"İnsanın insanı ezmesinin temelinde açlık ve sömürü varsa, açlığın ve sömürünün temelinde de insanın insanı ezmesi vardı. Bunu yok etmek, bu döngüden çıkmaya bağlıydı. İnsan insana değil de bu döngüye egemen olsa, yeryüzü acıların yüzü olmaktan çıkardı. İşe değip ekmeğe değmeyen eller öncelikle bunun için kenetlenmeli ve bunun için yüreklerini birbirine vermeliydiler."Seksen kuşağı ve sonrasında yetişenler için altmışlı yetmişli yıllar birer karanlıktan, bilinmeyenden, yalan yapılan söylentilerden ibarettir. O günlerde neler yaşandı? Adım adım darbeye giden yolda Türkiye 12 Eylül’lere kimler tarafından, nasıl sürüklendi. Cuntayla amaçlanan asıl niyetler nelerdi? 12 Eylül sabahı nasıl bir Türkiye’ye uyandık ve bugünkü Türkiye’nin temelleri ne zaman, nasıl atıldı? Gencecik fidanlar daha tomurcuğa durmadan niçin darağaçlarında sallandırıldılar; delikanlıca ölüme meydan okumak, yoksa yere düşen tohumların cellatlarının boynuna attığı ilmekler miydi?İşte Asım Gönen, "Yalancı Baharın Çiçekleri"nde bu ve bunun gibi kafamızda dönen, henüz cevabı verilmemiş birçok soruya ışık tutuyor; bilinmeyenleri, dönemi yaşayan sosyalist gerçekçi bir şair/yazar olarak, ilerici aydın duyarlılığı ve sorumluluğuyla panoramik, şiirsel bir anlatımla bilince taşıyor.Romanın başkahramanı Yusuf’un, geldiği feodal kültür temelli ilkel dinsel inançlarını diyalektik tarihsel materyalist yöntemle çözümlemesi, aşması, kendi doğrularına ulaşması, sorgulayıcı kişiliği; inançlarındaki kararlı tutumu ile ülkesi ve halkı için gecesini gündüzüne katarak siyasî örgütlenme çalışmalarında başı çekmesi, halkı bilinçlendirme çabaları, yaşadığı güçlükler, ödediği bedeller okur için döneme farklı bir pencereden bakma olanağı sunuyor."Yalancı Baharın Çiçekleri"ni okurken bozkırda çoban, Maraş’ta halk, Sivas’ta Nesimi, her Cumartesi güvercin donuna girmiş oğlunu arayan, faillerini ve sistemi sorgulayan çaresiz anne, darağacında Deniz’siniz. Acıları ve sevinçleri birlikte yaşıyor, birlikte üretip birlikte tüketiyorsunuz. Bazen de bir dere kenarında bülbül sesleri eşliğinde dostlarınızla şiirler okuyup Türküler söylüyorsunuz. Kolektif yaşamı, Anadolu insanının sıcaklığını tadıyorsunuz.