Hayat sıradan ile sıradan olmayan arasında gidip gelmelerin tarihi. Gündelik hayat sıradan bir hayattır ve anılmaya, yazılmaya, üzerinde düşünmeye gerek yoktur; hele ki bu sıradan insanların hikayesiyse. Oysa tüm ilginç hikayeler bu sıradanın içinde barınır. Her insana yakından baktığımızda bunun böyle olduğunu görürüz ve gündelik hayat zaten bu hikayelerin, bu yaşam deneyimlerinin, zaman zaman saçıldığı yerlerdir ve ağzına kadar tıka basa hikayelerle doludur. Böylelikle birbirimizi, dolayısıyla insanı anlamaya çalışırız.
Adanmış bir hayata sahipseniz, trajik tarafları olmakla birlikte –Goya’nın resim yaparken birkaç gözlük takmasında olduğu gibi– zamanı geçirebilme ve üretmenin hazzı canlı tutar insanı/yaşlıyı. Oysaki eve kapanıp, zamandan ve insandan kopmak yaşlının kaderiymiş gibi algılanıyor. Ömür denilen şey büyük bir hikaye ve bu hikayeyi herkes kendi deneyimliyor. Hayat gençler için varmış gibi yaşanıyor ve yaşlılar görünür olmaktan uzaklaştırılıyor. Yaşlılar bir süre sonra toplumsal olarak ihmal edilmişlikleriyle baş başa kalıyorlar; unutulmak bir kader onlar için. Önemsememek, hayatın dışında konumlandırmak normal bir şey olarak kabul görüyor.
Dolayısı ile hatırlamalar alanı iletişim hadisesiyle yakından ilişkilidir. Size gelen bir soru, hiç aklınızda olmayan yıllara sizi götürebilir. Bu çalışmada da yapılmak istenen bu iletişim düzleminin nasıl işlediğini de görebilmek. İki zihin karşılıklı nasıl çalışıyor ve sorularla bir diğerinin hikayesi nasıl kelimelere ve bir anlatıya dönüşüyor. İletişim, bir kişiyi anlamamızı sağlayabileceği gibi, tam tersi, çoğu zaman olduğu gibi anlayamayız da; bir hikayenin neden o anda anlatıldığını bilemeyiz. Sorduğumuz soru her zaman doğru kapıyı açmaya muktedir olmayabilir. O yüzden burada biz bir kişinin bazı hatıralarına ulaşabileceğiz. Üzerinde duracağımız şey hatıraları hatırlama hali –duygular dünyası– ve onları anlatıya dönüştürme biçimidir.
“Geçmiş bir ömrün neresini kapsar?” sorusunun çok net bir karşılığı var aslında: Geçmiş çocukluktur. Süheyla Çanga’nın hatıraları da böyle başlıyor. İnsan çocukluğunu hayatı boyunca yanı başında taşıyor. En etkili hatıralar orada ve pek çok hatıra hiç unutulmuyor..
Hayat sıradan ile sıradan olmayan arasında gidip gelmelerin tarihi. Gündelik hayat sıradan bir hayattır ve anılmaya, yazılmaya, üzerinde düşünmeye gerek yoktur; hele ki bu sıradan insanların hikayesiyse. Oysa tüm ilginç hikayeler bu sıradanın içinde barınır. Her insana yakından baktığımızda bunun böyle olduğunu görürüz ve gündelik hayat zaten bu hikayelerin, bu yaşam deneyimlerinin, zaman zaman saçıldığı yerlerdir ve ağzına kadar tıka basa hikayelerle doludur. Böylelikle birbirimizi, dolayısıyla insanı anlamaya çalışırız.
Adanmış bir hayata sahipseniz, trajik tarafları olmakla birlikte –Goya’nın resim yaparken birkaç gözlük takmasında olduğu gibi– zamanı geçirebilme ve üretmenin hazzı canlı tutar insanı/yaşlıyı. Oysaki eve kapanıp, zamandan ve insandan kopmak yaşlının kaderiymiş gibi algılanıyor. Ömür denilen şey büyük bir hikaye ve bu hikayeyi herkes kendi deneyimliyor. Hayat gençler için varmış gibi yaşanıyor ve yaşlılar görünür olmaktan uzaklaştırılıyor. Yaşlılar bir süre sonra toplumsal olarak ihmal edilmişlikleriyle baş başa kalıyorlar; unutulmak bir kader onlar için. Önemsememek, hayatın dışında konumlandırmak normal bir şey olarak kabul görüyor.
Dolayısı ile hatırlamalar alanı iletişim hadisesiyle yakından ilişkilidir. Size gelen bir soru, hiç aklınızda olmayan yıllara sizi götürebilir. Bu çalışmada da yapılmak istenen bu iletişim düzleminin nasıl işlediğini de görebilmek. İki zihin karşılıklı nasıl çalışıyor ve sorularla bir diğerinin hikayesi nasıl kelimelere ve bir anlatıya dönüşüyor. İletişim, bir kişiyi anlamamızı sağlayabileceği gibi, tam tersi, çoğu zaman olduğu gibi anlayamayız da; bir hikayenin neden o anda anlatıldığını bilemeyiz. Sorduğumuz soru her zaman doğru kapıyı açmaya muktedir olmayabilir. O yüzden burada biz bir kişinin bazı hatıralarına ulaşabileceğiz. Üzerinde duracağımız şey hatıraları hatırlama hali –duygular dünyası– ve onları anlatıya dönüştürme biçimidir.
“Geçmiş bir ömrün neresini kapsar?” sorusunun çok net bir karşılığı var aslında: Geçmiş çocukluktur. Süheyla Çanga’nın hatıraları da böyle başlıyor. İnsan çocukluğunu hayatı boyunca yanı başında taşıyor. En etkili hatıralar orada ve pek çok hatıra hiç unutulmuyor..