Yaşadığımız hayatı ne kadar seviyoruz?
Yunan Tuhaf Dalgası'nın edebiyattaki temsilcilerinden Dimitris Sotakis'in imzasını taşıyan Yarım Kalp; gerçekte kim olduğunu itiraf etmeye en ufak cesareti olmayan “iyi niyetli” bir adamın portresini çizen, post-modern bir “kötü ikiz” hikâyesi...
Kalabalıklar arasında özerkliğini arayan, adını bilmediğimiz bir adamın, kendine seçtiği “ödünç” hayatla nasıl ölümüne oynadığını gözler önüne seren kitap; beklenmedik, bir o kadar şaşırtıcı, hatta paralel evrenlere kapı açan bir anlatı sunuyor.
Yarattığı titrek atmosferle bizleri geçmişin ağlarıyla örülmüş büyülü gerçekçi bir kentin sokaklarında dolaşmaya çıkaran yazar, şeytani bir zihnin tasarlayabileceği kıvraklıktaki cümleleriyle okuru yine derin sorgulamalara ve karmaşık çözümlemelere savuruyor.
Kim kendini gördüğünde tanımaz ki? Doğanın kanunudur bu; bedenimizden filizlenen kök, kişisel bir aura vardır.
İsimsiz başkarakterin tekdüze yaşamındaki tek “aykırılık”, geçmişindeki ressamlık deneyimdir. Eşi Maria'nın bedeni, oğlu Dionysis'in kanı onun bedenidir, kanıdır. İçinde bir insanın hayal edebileceği en tatlı kaos sürse de huzurludur. Ta ki günün birinde en yakın arkadaşının verdiği haberle sakin dünyası altüst olana kadar. Mekânın birinde, kendisine ikizi gibi benzeyen bir adam vardır! Üstelik bu adam, başkarakterin bir zamanlar sanatla ve aşkla dolu “mutlu” hayatının bire bir aynısını yaşıyordur. Kör mü olmuştur, yoksa önünde uzanan görüntü bir yanılsamadan mı ibarettir? Belki de karşısındaki kişi, bizzat kendisidir. Zihnine -ve elbette kalbine- yerleşen devasa kuşku gözünü karartmıştır. Ancak her şeyden önce, gerçeği öğrenebilmesi için bir an önce geçmişiyle yüzleşmesi gerekmektedir...
Dimitris Sotakis, görünmez bir düşmana karşı kazanılan açmazlarla dolu bir zaferi ustalıkla betimliyor ve her zaman yaptığını yine yapıyor: Gerçekle oyuncak gibi oynuyor.
Varlık, benlik, hatırlayış ve unutuş kavramları üstüne düşündüren Yarım Kalp; okurları şimdiye dek yaşadıklarıyla yüzleşmeye çağırırken, geleceğe dönük tarifi zor bir rahatlama hissiyle de baş başa bırakıyor.
Ne de olsa var olmak isteyen kimse kaybolmaz.
Yaşadığımız hayatı ne kadar seviyoruz?
Yunan Tuhaf Dalgası'nın edebiyattaki temsilcilerinden Dimitris Sotakis'in imzasını taşıyan Yarım Kalp; gerçekte kim olduğunu itiraf etmeye en ufak cesareti olmayan “iyi niyetli” bir adamın portresini çizen, post-modern bir “kötü ikiz” hikâyesi...
Kalabalıklar arasında özerkliğini arayan, adını bilmediğimiz bir adamın, kendine seçtiği “ödünç” hayatla nasıl ölümüne oynadığını gözler önüne seren kitap; beklenmedik, bir o kadar şaşırtıcı, hatta paralel evrenlere kapı açan bir anlatı sunuyor.
Yarattığı titrek atmosferle bizleri geçmişin ağlarıyla örülmüş büyülü gerçekçi bir kentin sokaklarında dolaşmaya çıkaran yazar, şeytani bir zihnin tasarlayabileceği kıvraklıktaki cümleleriyle okuru yine derin sorgulamalara ve karmaşık çözümlemelere savuruyor.
Kim kendini gördüğünde tanımaz ki? Doğanın kanunudur bu; bedenimizden filizlenen kök, kişisel bir aura vardır.
İsimsiz başkarakterin tekdüze yaşamındaki tek “aykırılık”, geçmişindeki ressamlık deneyimdir. Eşi Maria'nın bedeni, oğlu Dionysis'in kanı onun bedenidir, kanıdır. İçinde bir insanın hayal edebileceği en tatlı kaos sürse de huzurludur. Ta ki günün birinde en yakın arkadaşının verdiği haberle sakin dünyası altüst olana kadar. Mekânın birinde, kendisine ikizi gibi benzeyen bir adam vardır! Üstelik bu adam, başkarakterin bir zamanlar sanatla ve aşkla dolu “mutlu” hayatının bire bir aynısını yaşıyordur. Kör mü olmuştur, yoksa önünde uzanan görüntü bir yanılsamadan mı ibarettir? Belki de karşısındaki kişi, bizzat kendisidir. Zihnine -ve elbette kalbine- yerleşen devasa kuşku gözünü karartmıştır. Ancak her şeyden önce, gerçeği öğrenebilmesi için bir an önce geçmişiyle yüzleşmesi gerekmektedir...
Dimitris Sotakis, görünmez bir düşmana karşı kazanılan açmazlarla dolu bir zaferi ustalıkla betimliyor ve her zaman yaptığını yine yapıyor: Gerçekle oyuncak gibi oynuyor.
Varlık, benlik, hatırlayış ve unutuş kavramları üstüne düşündüren Yarım Kalp; okurları şimdiye dek yaşadıklarıyla yüzleşmeye çağırırken, geleceğe dönük tarifi zor bir rahatlama hissiyle de baş başa bırakıyor.
Ne de olsa var olmak isteyen kimse kaybolmaz.