"Şu “Batıda yükselen yıldız” yasaklı metaforunu kullanamayacağım için üzgünüm. Başka hiçbir sıfat Ambrose Bierce’in şöhretinin ışıkları üzerinde toplayarak yavaş ve kaçınılmaz bir biçimde yükselişini daha iyi ifade edemezdi. Doğu Bilgeleri bunu önce batı ufkunun pus ve kasvetinden pek ayırt edilemeyen cılız bir kıvılcım olarak görmüştü. Buna ancak “Bir kırıntı” demiş olabilirlerdi, “ve sönecek.” Öte yandan bu bir dirhem yazınsal semalara doğru yayıldı ve sonunda Avrupa’dan bile görülür hale geldi. Bu yıldızın esrarengiz bir özelliği vardı, berrak bir bahar gecesinde gördüğümüz Vega’da bulduğumuza benzer “soğuk ve sert bir parlaklık”, mavi berraklığındaki sadelik, daha büyük elmasları yararak çıkan kasvetli ihtişam. İnsana ancak acı, ölüm dehşeti anında dokunan-bakmaya çekindiğimiz, zayıf seyircilerini ise razı olunan manzaraya gösterdikleri nankörlükle terk eden- bir ışın. Yunan piyes yazarının insanı kaderin ana medcezirinin kuvveti içinde ulu, fakat çaresiz bir figür olarak gözler önüne seren keskin görüşü işte buradadır. Bu hikâyeler neşeli değildir, okuru kuşu büyüleyen yılanın gözleri gibi zapt ederler. Burada huzur, insanın kaderi üzerindeki yere göğe sığdırılamayan zaferinin onur verici tezahürleri yoktur. O gölgeler arasında oturur, bunlardan bazıları kendi ruhunun içindeki gölgelere benzer. Evrende önemsenmez, ırkına gösterileceğini hayal ettiği adalet yoktur onun için. İfade vermeyi inatla reddettiği halde bunu ne unutur ne de şahidi aklından siler. Ve sormaya başlar: “Kim bu Ambrose Bierce?” Bu kaçınılmaz soru üzerine “Gölge ustası”nın ünü başgösterir."
"Şu “Batıda yükselen yıldız” yasaklı metaforunu kullanamayacağım için üzgünüm. Başka hiçbir sıfat Ambrose Bierce’in şöhretinin ışıkları üzerinde toplayarak yavaş ve kaçınılmaz bir biçimde yükselişini daha iyi ifade edemezdi. Doğu Bilgeleri bunu önce batı ufkunun pus ve kasvetinden pek ayırt edilemeyen cılız bir kıvılcım olarak görmüştü. Buna ancak “Bir kırıntı” demiş olabilirlerdi, “ve sönecek.” Öte yandan bu bir dirhem yazınsal semalara doğru yayıldı ve sonunda Avrupa’dan bile görülür hale geldi. Bu yıldızın esrarengiz bir özelliği vardı, berrak bir bahar gecesinde gördüğümüz Vega’da bulduğumuza benzer “soğuk ve sert bir parlaklık”, mavi berraklığındaki sadelik, daha büyük elmasları yararak çıkan kasvetli ihtişam. İnsana ancak acı, ölüm dehşeti anında dokunan-bakmaya çekindiğimiz, zayıf seyircilerini ise razı olunan manzaraya gösterdikleri nankörlükle terk eden- bir ışın. Yunan piyes yazarının insanı kaderin ana medcezirinin kuvveti içinde ulu, fakat çaresiz bir figür olarak gözler önüne seren keskin görüşü işte buradadır. Bu hikâyeler neşeli değildir, okuru kuşu büyüleyen yılanın gözleri gibi zapt ederler. Burada huzur, insanın kaderi üzerindeki yere göğe sığdırılamayan zaferinin onur verici tezahürleri yoktur. O gölgeler arasında oturur, bunlardan bazıları kendi ruhunun içindeki gölgelere benzer. Evrende önemsenmez, ırkına gösterileceğini hayal ettiği adalet yoktur onun için. İfade vermeyi inatla reddettiği halde bunu ne unutur ne de şahidi aklından siler. Ve sormaya başlar: “Kim bu Ambrose Bierce?” Bu kaçınılmaz soru üzerine “Gölge ustası”nın ünü başgösterir."