“Fırtınalı bir mevsimde yolu bulmak, yolda yürümek ve yol olmak için…”
Tarihin her devrinde insanlar ve toplumlar varoluş krizine girmiştir. Ancak hiçbiri bugünkü kadar derin, sarsıcı ve yıkıcı olmamıştır. Küresel ölçekte bir çığlık var. Bu çığlık; aklı yarılmış, ruhu delinmiş, kolu kanadı kırılmış, imanı doğranmış insanın çığlığıdır. Ancak Gürültü Çağı bu çığlıkları bastırmakta, çekilen nice acıları, oyun ve eğlence anaforuna takarak duyulmaz hâle getirmektedir. Batı’nın her seferinde ambalajlayıp insanlığın önüne koyduğu tekno-konformizm geçici narkoz etkisi yaratmaktan öte bir işe yaramamaktadır. İnsanlık, Cahiliye Devri’nin en koyu buhranlarını yaşamakta, ancak yaşadığı buhranın onu adım adım büyük bir tükenişe götürdüğünden bigâne görünmektedir. Sezai Karakoç’un ifadesiyle “insanlık Batıyı içmekte, ancak başına diktiği şeyin su değil, içini kavuran bir asit olduğunu unutmuş görünmektedir. Evet, insanlık Batıyı içiyor. Fakat bu içiş onun şifasını değil, hastalanmasını ve zehirlenmesini artırıyor.”
İnsanlığın Allah’a, hakikate ve fıtrata olan yolculuğu modern eşkıyalar, küresel iblisler, taşeron teröristler, organize soyguncular ve doyumsuz şarlatanlar tarafından kesilmiş durumdadır. İnsanlar yerinden, yurdundan, canından, malından, aklından, dininden ve neslinden edilmiş; toprağın altı üstünden daha güvenli hale gelmiştir.
Fıtrata dayalı varoluş sistemi üç damardan beslenir. Bunlar; iman, ruh ve hakikattir. İman ruhun, ruh da hakikatin ikiz kardeşidir. Bunların birbirinden ayrıldığı bir sistemde varoluş sancısı baş gösterir. Bu sancıyı dindirmek ne maddenin ne eğlencenin ne de konforun işidir. “İnsana şah damarından daha yakın olan Allah” ile bağı yeniden kurulmadıkça; eşya insana, insan Yaradan’a ait kılınmadıkça; dünyaya sahip olmak için değil, şahit olmak için gelindiği bilincine varılmadıkça; çağlar üstü hakikat sistemine demir atılmadıkça; insanı nesneleştiren bilgi sistemi ahlakileştirilmedikçe, insanı ruh fukarası haline getiren eğitim sistemine neşter vurulmadıkça, doğru yol doğru insanla buluşturulmadıkça insanlık, makro kıyamete kadar tedrici bir şekilde şiddetlenerek devam edecek olan mikro kıyametleri yaşamaya devam edecektir.
“Fırtınalı bir mevsimde yolu bulmak, yolda yürümek ve yol olmak için…”
Tarihin her devrinde insanlar ve toplumlar varoluş krizine girmiştir. Ancak hiçbiri bugünkü kadar derin, sarsıcı ve yıkıcı olmamıştır. Küresel ölçekte bir çığlık var. Bu çığlık; aklı yarılmış, ruhu delinmiş, kolu kanadı kırılmış, imanı doğranmış insanın çığlığıdır. Ancak Gürültü Çağı bu çığlıkları bastırmakta, çekilen nice acıları, oyun ve eğlence anaforuna takarak duyulmaz hâle getirmektedir. Batı’nın her seferinde ambalajlayıp insanlığın önüne koyduğu tekno-konformizm geçici narkoz etkisi yaratmaktan öte bir işe yaramamaktadır. İnsanlık, Cahiliye Devri’nin en koyu buhranlarını yaşamakta, ancak yaşadığı buhranın onu adım adım büyük bir tükenişe götürdüğünden bigâne görünmektedir. Sezai Karakoç’un ifadesiyle “insanlık Batıyı içmekte, ancak başına diktiği şeyin su değil, içini kavuran bir asit olduğunu unutmuş görünmektedir. Evet, insanlık Batıyı içiyor. Fakat bu içiş onun şifasını değil, hastalanmasını ve zehirlenmesini artırıyor.”
İnsanlığın Allah’a, hakikate ve fıtrata olan yolculuğu modern eşkıyalar, küresel iblisler, taşeron teröristler, organize soyguncular ve doyumsuz şarlatanlar tarafından kesilmiş durumdadır. İnsanlar yerinden, yurdundan, canından, malından, aklından, dininden ve neslinden edilmiş; toprağın altı üstünden daha güvenli hale gelmiştir.
Fıtrata dayalı varoluş sistemi üç damardan beslenir. Bunlar; iman, ruh ve hakikattir. İman ruhun, ruh da hakikatin ikiz kardeşidir. Bunların birbirinden ayrıldığı bir sistemde varoluş sancısı baş gösterir. Bu sancıyı dindirmek ne maddenin ne eğlencenin ne de konforun işidir. “İnsana şah damarından daha yakın olan Allah” ile bağı yeniden kurulmadıkça; eşya insana, insan Yaradan’a ait kılınmadıkça; dünyaya sahip olmak için değil, şahit olmak için gelindiği bilincine varılmadıkça; çağlar üstü hakikat sistemine demir atılmadıkça; insanı nesneleştiren bilgi sistemi ahlakileştirilmedikçe, insanı ruh fukarası haline getiren eğitim sistemine neşter vurulmadıkça, doğru yol doğru insanla buluşturulmadıkça insanlık, makro kıyamete kadar tedrici bir şekilde şiddetlenerek devam edecek olan mikro kıyametleri yaşamaya devam edecektir.