“YENİ” TÜRK SİNEMASI VE DELEUZE FELSEFESİ
Yazar: TEZCAN KAPLAN
Filmleri, dönemlere göre değişen, ama özünde aynı kalan sosyo-ekonomik kalıplardan çıkardığımızda ne görür ve işitiriz? Bu kalıpların tarihsel sınırlarını belirleyen "yeni"ye dair bitmek bilmeyen enflasyonda perdeden uzaklaştırılan, sinemanın tekil mevcudiyeti değil midir? Eğer bu mevcudiyeti yok sayacaksak, söz gelimi bir roman okumak ile bir film izlemek arasında nasıl bir fark kalır? Deleuze’ü sinema çalışmaları için kıymetli kılan tam da bu farkı düşünebilme hâlidir. Deleuze’le birlikte hem sinemanın farkını hem de bu farktaki farklılaşmayı -imge ve göstergeleri- birlikte ele alabiliriz.”
“Deleuze, filmlere ve onlarla birlikte yaşama bakışımızda bir perspektif değişimine işaret eder. Yaşama içkin olan düşünce ile sinemaya içkin olan duyumsama eşzamanlıdır. İkisi aynı anda olup biter. Deleuze’ün canlı imge tasavvurundaki imgeler evreninde oluşan aralık mefhumunun genişletilmiş hâlidir sinematik deneyim: yaşamın bir anlığına epoché olarak perde veya ekranda askıya alınması. Bu yüzeydeki imge ve göstergeler temsil edilmesi için bilince sunulmuş şeyler değildir. Bilincin kendisi onlar arasında süregelen bir şeydir zaten, evrensel akıştan bir kesittir. Tersyüz etme burada devreye girer. İmgeler evreninin bilince açılması değil, bilincin imgeler evrenine açılması söz konusudur. Her film, bu evrene ait bir imge-dünya’dır. Filmlerle bizim aramızda bilinç aracılığıyla doldurulan bir boşluktansa, her yeni filmle birlikte yeniden açılan-çatallanan, bir önceye ve sonraya götüren imge ve gösterge problemleri vardır.
“YENİ” TÜRK SİNEMASI VE DELEUZE FELSEFESİ
Yazar: TEZCAN KAPLAN
Filmleri, dönemlere göre değişen, ama özünde aynı kalan sosyo-ekonomik kalıplardan çıkardığımızda ne görür ve işitiriz? Bu kalıpların tarihsel sınırlarını belirleyen "yeni"ye dair bitmek bilmeyen enflasyonda perdeden uzaklaştırılan, sinemanın tekil mevcudiyeti değil midir? Eğer bu mevcudiyeti yok sayacaksak, söz gelimi bir roman okumak ile bir film izlemek arasında nasıl bir fark kalır? Deleuze’ü sinema çalışmaları için kıymetli kılan tam da bu farkı düşünebilme hâlidir. Deleuze’le birlikte hem sinemanın farkını hem de bu farktaki farklılaşmayı -imge ve göstergeleri- birlikte ele alabiliriz.”
“Deleuze, filmlere ve onlarla birlikte yaşama bakışımızda bir perspektif değişimine işaret eder. Yaşama içkin olan düşünce ile sinemaya içkin olan duyumsama eşzamanlıdır. İkisi aynı anda olup biter. Deleuze’ün canlı imge tasavvurundaki imgeler evreninde oluşan aralık mefhumunun genişletilmiş hâlidir sinematik deneyim: yaşamın bir anlığına epoché olarak perde veya ekranda askıya alınması. Bu yüzeydeki imge ve göstergeler temsil edilmesi için bilince sunulmuş şeyler değildir. Bilincin kendisi onlar arasında süregelen bir şeydir zaten, evrensel akıştan bir kesittir. Tersyüz etme burada devreye girer. İmgeler evreninin bilince açılması değil, bilincin imgeler evrenine açılması söz konusudur. Her film, bu evrene ait bir imge-dünya’dır. Filmlerle bizim aramızda bilinç aracılığıyla doldurulan bir boşluktansa, her yeni filmle birlikte yeniden açılan-çatallanan, bir önceye ve sonraya götüren imge ve gösterge problemleri vardır.