Blanqui’nin 1872’de Taureau Kalesi hapishanesinde kaleme aldığı Yıldızlardan Ebediyete, 19. yüzyılda bilimle yakınen ilgilendiklerini bildiğimiz sosyalist ve anarşist düşünürlerin oluşturduğu geleneğin en şaşırtıcı halkalarından biri. 1930’lu yılların ortalarında Benjamin ve Borges’in ayrı ayrı keşfetmesine kadar unutulmuş olan bu metinde, devrinin bilimsel bulgularını bir araya getirerek son derece özgün bir tür “paralel evren” ve “ebedi dönüş” kuramı geliştiriyor Blanqui.
Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi’nde yaptığı o müthiş tespitin bir kişide can bulmasıyla karşı karşıyayız: “Zihni hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve huşuyla dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.” İçindeki ahlak yasasının basıncıyla devletin yasalarına karşı çıkarak devrimci olmuş birinin, üstelik de özgürlüğü devlet tarafından gasp edilmişken, göklerdeki yıldızlara dair yazmasında müthiş maneviyat telkin edici bir şeyler olduğuna inanıyor ve bu güzel kitabı kavranmasını ve bağlamsallaştırılmasını kolaylaştıracak metinlerle birlikte sunuyoruz.
Tuncay Birkan, Sunuş’ta bilim karşısındaki şüpheciliğin bazı haklı gerekçelerle yaygınlaştığı uzun bir dönemin ardından Blanqui’ninki gibi “antika” metinleri yayınlamak ve okumaktan ne beklenebileceğini anlatıyor. Jacques Ranciére, 19. yüzyıla bakınca sadece pozitivizme, eğitime ve mekanik determinizme duyulan safdillik derecesinde bir inanç görenlerin fena halde yanıldıklarını gösteren bir figür olarak ele alıyor Blanqui’yi. Aykut Çelebi Borges’in ve özellikle de Walter Benjamin’in eserlerinin kılcal damarlarında bu ayrıksı metnin yarattığı derinlemesine etkinin izlerini sürüyor. Berna Kılınç ise metnin bilim tarihi içindeki yerini, 19. yüzyıldaki bilimsel faaliyetlerin ayrıntılı ve zihin açıcı bir haritasını sunarak anlatıyor ve kitaptaki astronomi tezinin bugünün bilimsel bakışı açısından ne ölçüde savunulabilir olduğunu değerlendiriyor.
Blanqui’nin 1872’de Taureau Kalesi hapishanesinde kaleme aldığı Yıldızlardan Ebediyete, 19. yüzyılda bilimle yakınen ilgilendiklerini bildiğimiz sosyalist ve anarşist düşünürlerin oluşturduğu geleneğin en şaşırtıcı halkalarından biri. 1930’lu yılların ortalarında Benjamin ve Borges’in ayrı ayrı keşfetmesine kadar unutulmuş olan bu metinde, devrinin bilimsel bulgularını bir araya getirerek son derece özgün bir tür “paralel evren” ve “ebedi dönüş” kuramı geliştiriyor Blanqui.
Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi’nde yaptığı o müthiş tespitin bir kişide can bulmasıyla karşı karşıyayız: “Zihni hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve huşuyla dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.” İçindeki ahlak yasasının basıncıyla devletin yasalarına karşı çıkarak devrimci olmuş birinin, üstelik de özgürlüğü devlet tarafından gasp edilmişken, göklerdeki yıldızlara dair yazmasında müthiş maneviyat telkin edici bir şeyler olduğuna inanıyor ve bu güzel kitabı kavranmasını ve bağlamsallaştırılmasını kolaylaştıracak metinlerle birlikte sunuyoruz.
Tuncay Birkan, Sunuş’ta bilim karşısındaki şüpheciliğin bazı haklı gerekçelerle yaygınlaştığı uzun bir dönemin ardından Blanqui’ninki gibi “antika” metinleri yayınlamak ve okumaktan ne beklenebileceğini anlatıyor. Jacques Ranciére, 19. yüzyıla bakınca sadece pozitivizme, eğitime ve mekanik determinizme duyulan safdillik derecesinde bir inanç görenlerin fena halde yanıldıklarını gösteren bir figür olarak ele alıyor Blanqui’yi. Aykut Çelebi Borges’in ve özellikle de Walter Benjamin’in eserlerinin kılcal damarlarında bu ayrıksı metnin yarattığı derinlemesine etkinin izlerini sürüyor. Berna Kılınç ise metnin bilim tarihi içindeki yerini, 19. yüzyıldaki bilimsel faaliyetlerin ayrıntılı ve zihin açıcı bir haritasını sunarak anlatıyor ve kitaptaki astronomi tezinin bugünün bilimsel bakışı açısından ne ölçüde savunulabilir olduğunu değerlendiriyor.