Bu kitapta bir yazarla bir çizerin mektupları yer alıyor. Başka bir deyişle bu kitap iki yazar-çizerin kitabı. Yazarın, resme olan düşkünlüğü kadar, çizer de yazına düşkün. Her ikisi de, ilk gençlik yıllarından beri kitap hastası, kitap kurdu. Daha ilk tanışmalarından itibaren (İstanbul 1955) sanatla ve yazınla olan ilgileri benzerlik göstermiş, aynı kitapları okuyup aynı soruları sormuşlar. Bugün, yarım yüzyıl sonra, benzemezliklerinde bile birbirlerinin benzeri olup çıkmışlar. Bakın Yüksel Arslan 1996'da ne yazmış?Sevgili Edgü=Arslan, Geçen gün (13.05.96) Galeri'de çok korktum.
Bu ünlü otoskopi hotoskopi olgusuna maruz kalacağımı beklemiyordum. Michêele ve Selçuk'la konuşurken, bir an, salonun dibinde, 7-8 metre ötemde, birini gördüm ve kendi kendime dedim ki: "Bu benim." Kendime doğru yaklaşırken, 3-4 metre kala, gördüm ki bu sendin. İnanılır gibi değil, ama gerçek! Şimdi düşünüyorum da, ne kendim ne sen! 10 yıldır karşılaşmak ve tanımak için çalıştığım İnsanoğlu'nun kendisiydi bu!"Ülkemizde pek sık karşılaşılmayan (sözcüğü her ikisi de sevmese de) entelektüel bir dostluğu yansıtıyor bu mektupların her sözcüğü. Dille oynamayı seven, kendilerine özgü bir humor anlayışı olan, birçok ünlü, ünsüz; yaşayan, ölmüş sanatçı, yazardan sözeden; yüzyıllar hatta binyıllaröncesinin sanatına, düşünürlerine gönderide bulunan, tabii sürekli birbirleriyle ve kendileriyle dalga geçmekten de bıkmayan bu iki dostun "mektup-metinler"ni yazınsal birer metin olarak okumak belki de en doğru yöntem. Yüksel Arslan'ın tüm mektupları, okunaklı el yazısıyla yazılmış ve hemen tümü resimli. Bu görsel nitelikleri dolayısıyla kitapta bunlardan bazılarına yer verdik.
Bu kitapta bir yazarla bir çizerin mektupları yer alıyor. Başka bir deyişle bu kitap iki yazar-çizerin kitabı. Yazarın, resme olan düşkünlüğü kadar, çizer de yazına düşkün. Her ikisi de, ilk gençlik yıllarından beri kitap hastası, kitap kurdu. Daha ilk tanışmalarından itibaren (İstanbul 1955) sanatla ve yazınla olan ilgileri benzerlik göstermiş, aynı kitapları okuyup aynı soruları sormuşlar. Bugün, yarım yüzyıl sonra, benzemezliklerinde bile birbirlerinin benzeri olup çıkmışlar. Bakın Yüksel Arslan 1996'da ne yazmış?Sevgili Edgü=Arslan, Geçen gün (13.05.96) Galeri'de çok korktum.
Bu ünlü otoskopi hotoskopi olgusuna maruz kalacağımı beklemiyordum. Michêele ve Selçuk'la konuşurken, bir an, salonun dibinde, 7-8 metre ötemde, birini gördüm ve kendi kendime dedim ki: "Bu benim." Kendime doğru yaklaşırken, 3-4 metre kala, gördüm ki bu sendin. İnanılır gibi değil, ama gerçek! Şimdi düşünüyorum da, ne kendim ne sen! 10 yıldır karşılaşmak ve tanımak için çalıştığım İnsanoğlu'nun kendisiydi bu!"Ülkemizde pek sık karşılaşılmayan (sözcüğü her ikisi de sevmese de) entelektüel bir dostluğu yansıtıyor bu mektupların her sözcüğü. Dille oynamayı seven, kendilerine özgü bir humor anlayışı olan, birçok ünlü, ünsüz; yaşayan, ölmüş sanatçı, yazardan sözeden; yüzyıllar hatta binyıllaröncesinin sanatına, düşünürlerine gönderide bulunan, tabii sürekli birbirleriyle ve kendileriyle dalga geçmekten de bıkmayan bu iki dostun "mektup-metinler"ni yazınsal birer metin olarak okumak belki de en doğru yöntem. Yüksel Arslan'ın tüm mektupları, okunaklı el yazısıyla yazılmış ve hemen tümü resimli. Bu görsel nitelikleri dolayısıyla kitapta bunlardan bazılarına yer verdik.