Âlem-i cihan kurulurken, ruhlar üflenmeden bedene herkes bir gölgeydi. Bulutların ve sisin hâkim olduğu günlerde, insan denen canlı henüz yeryüzünde değilken toprak ve su dünyaya düştü. Yer yarıldı, dağlar mandallarla göğe tutturuldu. Dünya balçık renginden yeşile, kızıla, maviye ve sarıya boyandı. Her yerde bir renk cümbüşü. Sonra atlar geldi. Siyah, kuzguni, beyaz, tarçın rengi, kömür gözlü, uzun yeleli atlar. Yeryüzü ve gökyüzü o zamana kadar böyle muhteşem bir varlık görmemişti. Heybeti ve asilliğiyle atlar dünyada endamını sergilerken diğer canlılar da yavaş yavaş yapbozdaki yerlerini aldı…
Zümrüt Küpeler ve Cüceler; kök salan koltuklardan utancın derinliklerine, tılsımlı gözlerden dövmeli ellere, iç içe geçmiş seslerden özgürlüğe kanat çırpan rüzgârlara kadar uzanan geniş bir öykü evreni sunuyor. Bu öyküler, her şeyin sona ereceği güne dek üzerimize yapışan lanetli onuru, onu gururla taşımaktan vazgeçmeyenleri ve ellerimizden kayıp gidenleri ustalıkla resmediyor.
Âlem-i cihan kurulurken, ruhlar üflenmeden bedene herkes bir gölgeydi. Bulutların ve sisin hâkim olduğu günlerde, insan denen canlı henüz yeryüzünde değilken toprak ve su dünyaya düştü. Yer yarıldı, dağlar mandallarla göğe tutturuldu. Dünya balçık renginden yeşile, kızıla, maviye ve sarıya boyandı. Her yerde bir renk cümbüşü. Sonra atlar geldi. Siyah, kuzguni, beyaz, tarçın rengi, kömür gözlü, uzun yeleli atlar. Yeryüzü ve gökyüzü o zamana kadar böyle muhteşem bir varlık görmemişti. Heybeti ve asilliğiyle atlar dünyada endamını sergilerken diğer canlılar da yavaş yavaş yapbozdaki yerlerini aldı…
Zümrüt Küpeler ve Cüceler; kök salan koltuklardan utancın derinliklerine, tılsımlı gözlerden dövmeli ellere, iç içe geçmiş seslerden özgürlüğe kanat çırpan rüzgârlara kadar uzanan geniş bir öykü evreni sunuyor. Bu öyküler, her şeyin sona ereceği güne dek üzerimize yapışan lanetli onuru, onu gururla taşımaktan vazgeçmeyenleri ve ellerimizden kayıp gidenleri ustalıkla resmediyor.